16 Haziran 2022 Perşembe

Diyanet İşleri Başkanlığı: "Yapay et helal değildir ve fıtrata aykırıdır."





Diyanet flaş duyuruyu yaptı: Bu gıdalar helal değil

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Başkanlık Müşaviri Dr. Muhlis Akar, küresel güçler tarafından geliştirildiği öne sürülen yapay etin helal olmadığını söyledi.

2022-06-16 11:35:00 -

Diyanet'ten gıda kıtlığına yönelik teknolojinin geliştirdiği yapay et ve GDO'lu gıdalar için helal değil yorumu geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Başkanlık Müşaviri Dr. Muhlis Akar, yapay et ve GDO'lu gıdalara ilişkin, “Yapay etin 3 sebepten dini açıdan problemli olduğunu söyledik. GDO'lu gıdalara da hiçbir zaman helal ve tayyip gıda diyemeyiz” dedi.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) tarafından 15-16 Haziran tarihlerinde düzenlenen Organik Tarım Çalıştayı açılış toplantısı ile başladı. Toplantıda konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Başkanlık Müşaviri Dr. Muhlis Akar yapay et ve GDO'lu gıdaların dini açıdan durumunu açıkladı.
"3 sebepten helal değil"

Yapay ete 3 sebepten helal ve tayyib gıda denemeyeceğini söyleyen Dr. Muhlis Akar, "Mesela yapay et tartışmaları oldu. İlk önce Başkanlığımıza, Din İşleri Yüksek Kurulumuza bu çok soruldu. Yapay et biliyorsunuz son zamanlarda tartışılan bir konu. Biz bu konuyu değerlendirdik. 3 sebepten dolayı bunun şu an için dini açıdan problemli olduğunu söyledik.

-Bir, canlı bir hayvandan alınan yani helal bir kaynaktan bir sığırdan veya eti yenen bir hayvandan alınsa bile, ondan alınan bir parça Efendimiz. A.S.'ın hadisine göre ‘canlı bir hayvandan alınan bir parça meytedir, leş hükmündedir'. Haramdır. Alınamaz. Bu yönden problemli. Helal değil.

-İkinci olarak laboratuvarda besi yeri çok önemli. Siz helal kesim yaptınız, sonra da kök hücre aldınız diyelim. Besi yeri ortamı, onun besleneceği kaynağın da helal olması gerekiyor. Orada da problem var.

-Üçüncüsü diyelim ki helal kesim yapıldı. Kök hücre alındı. Besi yeri ortamı da uygun ve helal bir kaynakla beslediniz. Yapay et diye garip bir şey ortaya çıkardınız. Peki bu helal ve tayyib gıda olur mu, yine olmaz. Neden derseniz, çünkü fıtrata aykırı bir ürün ortaya koyuyorsunuz. Allahü Teala'nın koyduğu düzene aykırı bir şey yapıyorsunuz. Bunun kısa, orta ve uzun vadede insan sağlığı üzerinde nasıl bir etki yapacağını bilemiyorsunuz.” diye konuştu.

GDO'lu gıdalar içinde durumun aynı olduğuna değinerek henüz bir zararı ortaya çıkmamışsa dinen bir şeye haram denemeyeceğini ancak helal ve tayyib gıda da denemeyeceğini belirten Dr. Akar, “GDO'lu gıdaları düşünecek olursak. Biz GDO'lu gıdalar helal midir haram mıdır bu konu bize çok sorulduğu zaman, alanın uzmanı akademisyenlerle zaman zaman bir araya geldik. Çalıştaylar istişareler yaptık. Orada GDO konusunda çok farklı değerlendirmeler gördük. Sonra da biz şöyle bir fetva çıkardık. Bir kere aktarılan gen haramsa kesinlikle o GDO'lu gıda haramdır. Yani domuz geni olabilir. Başka bir haram kaynak olabilir. Helal gen aktarılsa bile, helalle tayyibat farkına dikkat çekiyorum. Üretilen bir gıda kısa vadede insan sağlığına bir zararı yoksa henüz bir zararı ortaya çıkmamışsa dinen bir şeye haram da diyemezsiniz. Haram demek için elinizde bir nas olması lazım. Ama tayyibat açısından bu problemli. Yani GDO'lu gıdalara hiçbir zaman helal ve tayyib gıda diyemeyiz” diye konuştu.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/diyanet-flas-duyuruyu-yapti-bu-gidalar-helal-degil-1665751.html

30 Eylül 2020 Çarşamba

Azerbaycan’daki kardeşlerimize Kamal Atatürk mü ihanet etti!








Mektupla rica ederim diyerek kardeş satanı ilk kez görüyorum, kardeşlerimizi komünist ruslara satan adamı iyi tanıyın.

(Mektubun birinci kısmını geçiyoruz.)

***“Türkiye Büyük Millet Meclisinin Moskova Hükümetine birinci Teklifnamesidir.(…)

2 – Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine harekâtı askeriye yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği tesir ve nüfuzla Gürcistan’ın da Bolşevik ittifakına dâhil olmasını ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere bunlar aleyhine harekâta başlamasını temin ederse Türkiye Hükümeti de Emperyalist Ermeni hükümeti üzerine harekâtı askeriye icrasını ve *Azerbaycan hükümetini de Bolşevik (Komünist) zümrei düveliyesine ithal etmeyi taahhüt eyler.*

3 – Evvela milli topraklarımızı tahtı işgalde bulunduran Emperyalist kuvvetleri tard ve atiyen emperyalizm aleyhine vuku bulacak mücadelatı müşterekemiz için kuvayı dâhiliyemizi taazuv ettirmek üzere şimdilik *ilk taksit olarak beş milyon altının ve takarrür ettirilecek miktarda cephane vesair vesaiti fenniyei harbiye ve malzemei sıhhıyenin ve yalnız şarkta icrayı harekât edecek kuvvetler için erzakın Rus Sovyet Cumhuriyetince temini rica olunur.* Ihtıramatı faike ve hissiyatı samimanemizin kabulünü rica eyleriz.

Ankara 26 \ Nisan \1336(1920) Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”

***Mektubun 2’inci kısmını sadeleştirelim: 2 – Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği tesir ve nüfusla Gürcistan’ın da Bolşevik ittifakına dahil olmasını ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere, bunlar aleyhine harekata başlamasını temin ederse Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat icrasını ve *Azerbaycan Hükümetini de Bolşevik (Komünist) devletler zümresine ithal etmeyi taahhüt eyler (garanti eder).***********

KAYNAKLAR: Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi: 132/19543, sayfa 13.

Ayrıca bakınız; Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, sayfa 318.***

Bu mektubun yazılmış olduğunu kemalist bir siteden teyid ettirelim… Bağlanmak isteyenlere sitenin linkini buraya ekliyoruz:

http://www.ataturkdevrimleri.com/yazi-580-ataturkun-lenine-yazdigi-mektup.html

********** Kadir Çandarlıoğlu**********

“Belgelerle Gerçek Tarih” isimli 792 sayfalık çalışmamızı ücretsiz indirebilirsiniz:

http://www.mediafire.com/?vgk9k8cozdpy7ez

*Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com

* Boraltan Katliamı ismet inönü Azeri kardeşlerimizi Ruslara teslim etti

https://sahtekahramanlar.blogspot.com/2018/09/boraltan-katliam-ismet-inonu-azeri.html

12 Temmuz 2020 Pazar

Gıdaların Zararları Hakkında Konuşanlara Ağır Cezalar Geliyor









Dinimiz ekini ve nesli korumamızı emrediyor. İkisini de koruyamadık. Ekin bozulmaya başlayalı çok oldu. Hibrit tohumlar, GDO lu gıdalar hayatımıza gireli çok oldu.


Kendi mutfaklarına GDO lu gıda sokmayan hükümet yetkilileri halkın beden ve ruh sağlığını hiçe sayıyorlar. Hükümetten yiyecekler hakkında iyileştirmeler, yerli tohum gibi doğal olana dönüşler beklerken beklerken sayın yetkililer “sağlıksız besleniyoruz” diyenlerden rahatsız olmuş olmalılar ki bunları bir susturalım demişler. Gıdalar hakkında konuşmak yasaklanıyor. Tabii ki tek neden bu değildir halkın şikayetleri ile karları düşen sermaye sahiplerini mutlu etmek de var işin içinde.


Gıda ve beslenme konusunda insanları susturmak için TBMM’ye kanun teklifi verilmiş. Gıdaların zararları hakkında Facebook, twitter, instagram, youtube kanalı da dahil olmak üzere her vatandaşın konuşması, yazması, yorum yapması, yasaklanacak ve 20 bin-50 bin arası ağır cezalar getirilecekmiş.Yasak doktorları da kapsıyormuş onlar da konuşamayacalar. Bu halkın sağlığını hiçe saymak demektir


TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’ndan geçen düzenlemeye göre gıdalarla ilgili bilimsel dayanağı olmadan yanıltıcı yayın yapan veya korku ve güvensizlik ile tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyenlere 50 bin TL’ye kadar ceza verilecek.


Teklifin komisyondan geçen haline göre, Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Yasası’na yanıltıcı yayın tanımı ekleniyor. Yeni düzenlemeyle, ‘her türlü yazılı, görsel, işitsel ve dijital iletişim araçları üzerinden yapılan ve ticari reklam kapsamına girmeyen, gıda güvenliği ve güvenilirliği hususunda tüketicide endişe, korku ve güvensizlik yaratarak tüketicinin tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen gerçeğe aykırı yayınlar’ yanıltıcı yayın kabul edilecek. Yanıltıcı yayın yapan kişilere, 20 bin liradan 50 bin liraya kadar idari para cezası verilecek.


Burada anahtar kelime “Gerçeğe aykırı yayınlar” Neyin gerçek olduğuna kim karar verecek:”Gıda Bilim Kurulu” “Kovid Bilim Kurulu” gibi bir kurul oluşturulacak ve sadece onların gerçek dediği gerçek sayılacak. Kovid Bilim Kurulu’ndan çok memnun kaldık sanki sıra Gıda Bilim Kurulu. İçinde “Bilim” kelimesi geçince herkesin susup Bilim Kuruluna kayıtsız şartsız itaat etmemiz bekleniyor.


Kimse kusura bakmasın da bilim insanları dünyada genellikle satılık olmuştur. Parayı bastırınca istediğin raporu verirler. Doğal ilaçlara inanmazlar, kimyasal ilaçlara taparlar. Vaktiyle “sigara insan sağlığına faydalıdır” gibi raporlar vermişlikleri vardır.


Mesela Gıda Bilim Kurulu “Domuz eti faydalı” dese aksini söyleyen herkese ağır para cezası verilecek. “Ak Parti Domuz eti sağlıklı diyecek kişiyi bilim kuruluna almaz diyenler” çıkacaktır. Diyelim ki Ak Parti seçimi kaybetti ve yerine gelenler domuz eti sağlıklı diyen insanlardan oluştu ne olacak?


Her şeyde sansüre karşı çıkan CHP ve HDP gibi partiler niye bu sansüre sessiz kalıyor? Velev ki Ak Parti varken de koskoca ülkenin halkının sağlığına neden bir kurul karar verecek olsun. Neden doktorlar susturuluyor.


Bir doktor “Bu gıda kanser yapabilir” ya da “bu gıda tansiyonu olanlara zararlı” diye halkı uyaramayacak.Elinde o gıda ile ilgili Bilim Kurulu’nun kabul edeceği araştırma değil küresel sermayenin onayladığı üst bilim kurullarının bu bilimsel dediği rapor bulunmak zorunda yoksa doktora 50 bin ceza.


Bu peynirin bu çikolatanın, bu dondurmanın içinde şu madde var zararlı olabilir yemeyin diyemeyecek kimse. “Çörekotu sağlığa faydalı” diyemeyeceğiz “Bilim Kurulundan geçmiş raporun var mı” diye enseye çökecekler.


Dünyanın hangi ülkesinde böyle despot bir uygulama var? Halkın sağlığı ile ilgili bilgi almasına nasıl engel olabilirler. Şu da söylenebilir “Gıdalar hakkında bilip bilmeden konuşan yanlış bilgi veren insanları yanıltanlar da var onlara da engel olunacak” Bu durumlar için bir ekip kurup sosyal medya takibi yapılabilir ve gelen şikayetleri değerlendirerek o kişilere yasak getirilebilir. Kanun bu şekliyle herkese ceza keserek kötüye kullanmaya çok açık.


Gıda Hareketi diye bir grup Twitter da kanun meclisten geçmesin diye çabalıyor. Onların twitlerinden bir kaçını paylaşayım:


“İnsanları gıda ve beslenme konusunda susturmak için TBMMye verilen kanun teklifinin izini sürdük. Bakın karşımıza kim çıktı: Bill Gates ve Rockefeller Vakfı. Küresel gıda şirketleri.


Allah’ın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ileri süren Agnostik materyalist akımın mensubu, LSD bağımlısı ve bundan mahkûm olmuş Bill Gates, bu asil ve kadim milletin nasıl besleneceğine karar verecek!


Mevcut kanun teklifi Anayasanın 26.Maddesine aykırı Anayasaya aykırı kanun olmaz.


LGBT sapkınlığının yakalananların iki yönü var. ● İlki: Siyasi sapkınlık ● İkincisi: Yenilen içilen gıda ve ilaçlara eklenen hormon bozucular. Yani LGBT ziraat, beslenme ve sağlık politikasızlığının bir neticesidir.


Korona veya benzer bir virüsü hayvanlar üzerinden yayıp insanları et yemekten uzaklaştıracaklar. Et yemeyenler itaatkâr, her türlü yanlışa evet der. Veganlık bunun için icat edilmiştir.


Sadece nebaî beslenenler mutî olur çevrilen dolapları göremez. Sadece et yiyen vahşi olur. İslam mûtedilliği emreder. İkisinin de ölçülü yenmesini ister.


Gıdalar, aşılar, ilaçlar ve katkıları ile çevre yüzünden engelli doğumların özelde de Otizm ve Down Sendromunun salgına dönüştüğünü gıda mafyasının ise bunu keyifle izlediğini. kalp damar, kanser, diyabet organ yetmezliği, engelli doğumlar, gencecik ölümlerin asıl müsebbibin hibrit tohumlar, sentetik gıdalar, katkılar, nano aşılar, rekombinand ilaçlar olduğu, biyogüvenlik ve tohumculuk gibi millet ve geleceği açısından mayınlarla dolu kanunları hazırlattıranlar konuşacak bu milletin gıdası ve beslenmesi konusunda ahkam kesecek milletin asil çocukları susacak…”


Gıda Hareketi #AkPartiSansürKanunuGeriÇek diyerek twitter da mücadele ediyor. Bu konuda hassas olan kişiler de bu mücadeleye destek olmalı ki konu çok hassas.


Gıda Hareketi kanunu durdurması için her twitte Cumhurbaşkanı’na seslendi, Cumhurbaşkanının kanunu durduracağı ile ilgili inançlarını tazelediler.


Medya ve yazarlar gıda sansür yasasına karşı sessizler. Nerede bu ülkenin zararı bir şey var medya susar. CHP ve HDP susar.


Kanunların durdurulmasında kamoyu tepkisine kaldı artık. Bu konuda tepki göstermeliyiz.


Gıda sansür yasası pek çok medyada “Tavuk Döner Kazandı” diye verildi. “Tavuk döner zararlı” diyen Canan Karatay’ da kaybetmiş! Kanun çıkarsa kaybeden Canan Karatay değil koskoca bir millet olacak.


Bu arada Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) dünyanın sağlığını bozan küresel ilaç sermayesinin ağbabası DSÖ Türkiye’de ofis açıyor. Bu da ayrı bir tehlike. Hem bu konu ile bağlantılı hem de başka tehlikeler de içeren ayrı bir konu. Sağlığımızı küresel sermayeden koruyalım.


http://www.cocukaile.net/gidalarin-zararlari-hakkinda-konusanlara-agir-cezalar-geliyor/


Milletvekillerine çağrı: Türkiye'yi dünyaya rezil ettirmeyin Ondan fazla kanunda değişiklik öngören torba yasa teklifinin içine gizlenen bir madde tepkilere neden oldu. Gıda ve beslenme alanında halkı bilinçlendiren kişileri susturma yönelik teklif kanunlaşırsa ekranlarda gıda ve beslenme konusunda konuşma yapılamayacak gazete ve internet siteleri haber yapamayacak. Yapılması durumunda bilimsel olmadığı iddiasıyla 20 ila 50 lira arasında idari para cezası kesilecek. Gıda Hareketi tepkilere neden olan çalışma hakkında Adalet Komisyonu ve Tarım Komisyonu üyesi milletvekillerine mektup gönderdi.


TBMM Adalert ve Tarım Komisyonu’nun Kıymetli Üyeleri Mâlûm-i âlîniz olduğu üzere 24 Haziran 2020 tarih ve 2/2985 sayı ile üyesi olduğunuz komisyona, Gıda Tarım ve Ormancılık Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun teklifi gelmiştir.


Pek çok kanunda değişiklik öngören teklifin 28. Maddesi, 29. Maddesi ve 31. Maddesi son derece sıkıntılı hükümler içermektedir. Şöyle ki:











Renklendirilerek işaretlenmiş olan bu hükümler dikkatle incelendiğinde, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan ve tüm hukuk sistemlerini altüst eden hükümler olduğu görülecektir.


Hepiniz bilmektesiniz ki, uluslararası gıda şirketlerinin çıkarları için yapmayacağı şey yoktur. İnsanlık umurlarında bile değildir. Bayer’e satılan Monsanto’nun ürettiği RaundUp marka glifosat adlı etken maddeyi ihtiva eden sözde ot öldürücüsü, ABD ve dünyada milyarlarca insanı hasta ve kanser etmektedir. Bayer, Amerika’da davayı kaybederek bütün dünyaya örnek olacak bir hüküm çıkmaması için uzlaşma yaparak 21 milyar dolarlık cezayı ödemeyi kabul etti.


2016’da 66 milyar dolara satın aldığı bir şirket için 21 milyar dolar ceza ödemenin mânâsını hepiniz takdir edersiniz. Bu şirketlerin bize acımadıkları ortadadır.


Ayrıca tüm dünyada yeni nesil özellikle internet aracılığıyla pek çok gerçeği öğrendiği için büyük gıda şirketlerine tepkilidir. Bu nedenle de mahalli ve geleneksel/tabii/organik ürünlere yönelmiş, yönelmektedir. Bu şirketlerle maddî ilişkisi olmayan ve her siyasi görüşten vicdan sahibi doktor, akademisyen, gazeteci ve hatta siyasetçi bunlara karşı itiraz etmektedir. Çığlığın büyümesinden çekinen bu yapılar, kanunlarla bu insanların seslerini kısmak istiyor.


Bu teklif yasalaşırsa, bilimsel olmadığı iddiasıyla hiç kimse gıda ve beslenmeye dair hile, tuzak, aldatma ve yalanlara karşı hiçbir hususta eleştiri yapamayacak. Eleştiri yapılırsa cezalandırılacak. Medya kuruluşları ceza ödememek için yayınlarını otomatik olarak sansürleyecek. Bir dev şirket için önemsiz olan 20 veya 50 bin lira pek çok kişi için susturacak kadar ağır cezadır.


Bilimin şirketlerce nasıl kullanıldığı hakkında size çok çarpıcı bir örnek vermek istiyoruz. Ehlince bilinir ki, İngiltere’de yayınlanan Lancet adlı tıp dergisi sahasının ‘en güveniliri’ kabul edilmektedir.


Bu derginin Yayın Yönetmeni Richard Horton, İngiliz Devletine ait ‘Chatham House’ adlı kuruluşta yapılan resmi bir sunumu şu iki cümle ile özetledi dergisinde: “Bilimsel yayınların çoğu yalan. Sağlam olmayan yöntemlerle sonuçlara varılıyor.” İngilizcesi ve Türkçe tercümesi İnternet’te yer alan Horton “What is medicine's 5 sigma?” başlıklı kapaktan verilen makalesinde özetle şunları yazdı: “Geçen hafta Londra'da ‘Wellcome Trust'ta gerçekleştirilen bu sempozyum, günümüz biliminin en hassas mevzularından biri olan biyomedikal araştırmaların tekrarlanabilirliği ve güvenilirliğine yani en büyük insan buluşlarından birinde bir şeylerin temelden yanlış gittiği fikrine değiniyordu: Yayınlananların çoğu doğru değil… Bilim değil rezil çıkarlar ve yalan… Literatür, istatistiksel peri masallarıyla kirletildi. Bir şeyler yanlış gidiyor. Sağlam olmayan yöntemlerle sonuçlara varılıyor. En kötü davranışlara yardım ve yataklık ettik. Düzgün olmayı teşvik eden hiçbir şey yok…”


Masanızdaki kanun teklifi yasalaşırsa, getireceği cezalar yüzünden kadim bilgiler bile bilimsel olmadığı için aktarılamayacak. Bu “sansür” ve bizim tabirimizle “susturucu ceza” sayesinde, bir gazlı içeceğin zararı veya MSG’nin (Çin tuzunun) bağımlılık yapıcı etkisi anlatıldığında, tüketicinin alışkanlıklarını değiştirme kapsamına girecek ve cezalandırılacaktır. Ayrıca sanki herkes, her tüketici doğru besleniyormuş ve her gıda doğru olduğu iddia edilen bilime göre üretiliyormuş da, bunlara yönelik eleştiri 21. asırda suç haline getirilmesi teklif edilmektedir.


Size sorarız ki; bu işten millet mi kazançlı çıkacak, küresel şirketler mi? Ayrıca hakaret içermeyen eleştiri birilerini neden rahatsız ediyor? Yoksa gizlemek istedikleri bir şeyler mi var?


Hiç şüpheniz olmasın, endüstrinin bilmemizi istemediği yığınla suçu, hukuksuzluğu ve oyunu var. Salgına dönüşen kalp yetmezliği ve krizi, damar ve alerjiler, diyabet, kanser ve kısırlık durduk yere mi çıkmıştır?


Aslında gerçeği sizler de biliyorsunuz. Bu durumda Allah indinde, tarih önünde ve millet vicdanında vebal olan bu düzenlemeyi reddetmeniz icap eder. Reddediniz ki, kimse milletin iradesine tasallut etmesin! Reddediniz ki, vicdan susmasın, her bir ferdi aziz olan milletimiz ve geleceği zarar görmesin!


Ahlâklı eleştiriden bile rahatsız olanlar bu oyunun neticesinden mutlu olmasın! Bu teklifin, imzası olan vekillerle uzaktan yakından ilişkisi olmadığını, aksine bürokrasinin eseri olduğunu sizler bizden bin kez fazla bilmektesiniz.





Bu durumda, TBMM’nin iradesini korumak ve bürokrasinin oyununa gelmemek sizin ellerinizdedir. Bürokrasi keyfini ve geleceğini düşünür. Şirketler ise kazancını.


Biz yıllarını bu işi vermiş, gıda ticareti ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan, milletimizin ve memleketimizin geleceğini muhafaza için hiçbir grupla ilişkisi olmadan faaliyetini sürdüren Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği olarak, sizlere son kez çağrı yapıyoruz ve diyoruz ki: Lütfen Türkiye’mizi tüm dünyada kötü gösterecek, kötü örnek olacak bu düzenlemeyi reddedin. Şirketlerin ve bürokrasinin milletimize kurduğu tuzağı bozun! Bozun ki, herkes sizi hayırla ansın ve dua etsin.


Size gıdanın ehemmiyeti hususunda şu itirafları hassaten iletmek istiyoruz.


● Henry Kissinger NSSM200 adlı Nixon’a verdiği rapordaki “Ziraat ve gıda bizim için tarım bakanlarına bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!”


● ABD Ziraat eski Bakanı Earl Butz’un “Gıda, pazarlık masasındaki en önemli araçlardan biridir. İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek bana kalırsa mükemmel yöntemdir.”


● BM Gıda Programı Başkanı ABD Ziraat eski Müsteşarı Catherine Bertibi’nin, “Gıda güçtür! Onu davranışları değiştirmek için kullanırız. Bazıları bunu rüşvet olarak adlandırabilir. Özür dilemiyoruz!”


● Vandana Shiva’nın, “Fikri mülkiyet hakları ve patentler insan türü ile diğer türler arasındaki ve insan toplulukları içindeki ilişkileri yeniden organize etmektedir. Bitip tükenmek bilmeyen bir doğurganlığı sona erdirip kısırlık mühendisliği yapmasının temeli, çarpık mülkiyet hakları sistemidir. Bu sistemle çiftçinin en temel görevi suç haline getirilmekte, tescilli tohum kullanmaya zorlanmaktadır. Bu bağımlılıktır, yaşamın mülkiyet değiştirmesidir.” Selam ve hürmetlerimizle Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi


KANUN TEKLİFİNİN TAM METNİ için tıklayınız


GIDA HAREKETİ BAŞKANI KEMAL ÖZER'İN YAZISI için tıklayınız


http://www.gidahareketi.org/--2114-haberi.aspx


Ağızlara susturucu takacaklar


https://www.gzt.com/gercek-hayat/agizlara-susturucu-takacaklar-3547361?cx_testId=34&cx_testVariant=cx_1&cx_artPos=0#cxrecs_s

5 Temmuz 2020 Pazar

ak parti'nin yanlışları









● ben 83 doğumluyum sadece ak partiye oy verdim. şu anda hiçbir partiyi desteklemiyorum!


● ak parti’nin 25 yıldır elinde tuttuğu ankara ve istanbul’u kaybetmesi ak parti’nin yanlış yolda olduğunun kanıtıdır!


● erdoğan şu sözleri söylemeden önce bende sıkı bir ak parti savunucusuydum şu videoyu iyi izleyin, tam islamoğlu ağzı ile konuşuyor erdoğan


https://twitter.com/Mustafa1SENYURT/status/1046836410177720320


● İş kadını (YAHUDİ) Leyla Alaton, "Cumhurbaşkanımızı son derece feminist buluyorum. Bunu çevresindeki kadınlara bakarak da görebilirsiniz. “


https://tr.sputniknews.com/turkiye/201903251038391701-leyla-alaton-erdogan-cok-guclu-kadinlar-yetistirmis-bir-lider/


https://tr.wikipedia.org/wiki/Leyla_Alaton


● ihsan şenocakı görevden aldıran tarihselci erdoğanın gerçek yüzünü görmeniz için daha ne yapması gerekiyor


http://sahtekahramanlar.blogspot.com/2020/05/fazlurrrahman-ve-tarihselcilik-fitnesi.html


● İhsan Şenocak hoca sözlerinde haksız mı? Ali Karahasanoğlu


http://hic1seyim.blogspot.com/2019/11/ihsan-senocak-hoca-sozlerinde-haksz-m.html


● 2002 yılında "Eşcinsellerin de, kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart." diyen erdoğan. 2014 yılında istanbul sözleşmesini yürürlüğe koyarak, ibneliği kanunla koruma altına aldı! sahi kim kandırıldı!


https://www.youtube.com/watch?v=FPrLFvtq47k


● erdoğanın siyonist cola fabrikasının açılışına niye katıldığını da savunun bakalım!


https://www.milligazete.com.tr/video/1221761/cumhurbaskani-erdogan-ya-allah-bismillah-diyerek-coca-cola-fabrikasinin-kurdelesini-kesti


● İhsan Şenocak'tan genç evlilik değerlendirmesi: "Laik sistem, dinimizin gerekliliklerine tahammül edemiyor"


https://hic1seyim.blogspot.com/2020/01/ihsan-senocaktan-genc-evlilik.html


● AK Parti'yi feminist kadınlar bitirecek Sema Maraşlı


https://www.youtube.com/watch?v=IzchOUCCIXY


● Ak Parti eski milletvekili Mehmet Metiner'den İstanbul Sözleşmesi itirafı: "YANLIŞ YAPTIK." Madem yanlış yapıldı neden hâlâ düzeltilmiyor?


https://www.yeniakit.com.tr/haber/mehmet-metiner-itiraf-ediyorum-yanlis-yaptik-1219973.html


● genç evlilik zulmü bitsin İSLÂM’DA EVLİLİK YAŞI nedir


http://hic1seyim.blogspot.com/2020/04/genc-evlilik-zulmu-bitsin-islamda.html


● chp'den ne farkınız kaldı? ak parti'nin adını; "atatürk'ü koruma partisi" yaptınız da bizim mi haberimiz yok! Ardahan'daki Atatürk silueti 'Doğal Sit Nitelikli Doğal Koruma Alanı' olarak tescillendi


https://tr.sputniknews.com/turkiye/201911191040656494-ardahandaki-ataturk-silueti-dogal-sit-nitelikli-dogal-koruma-alani-olarak-tescillendi/


● tamam şeriatla yönetilmiyoruz onun farkındayız. gücünüz alkolü yasaklamaya yetmiyor. bunun da farkındayız. ama devlet şarap üreten bu şerefsizlere neden kredi desteği veriyor. İŞTE BUNU ANLAMAM!





● bu da başka haber. tarih 2011 ama iktidar yine ak parti de idi bunun tevili yok. bu açıkça müslümanlarla dalga geçmektir. devlet gavura kilise açma şarap yapma izni verebilir. ama müslüman devlet kilise açmak için şarap yapmak için para veremez


https://www.hurriyet.com.tr/gundem/usta-sarapci-olarak-uretime-basladilar-17619450


● ''Domuz eti AK Parti döneminde kasaplık hayvan oldu''


https://www.haber3.com/guncel/politika/domuz-eti-ak-parti-doneminde-kasaplik-hayvan-oldu-haberi-5026868


● Cumhurbaşkanı Erdoğan: AB istedi zina yasağını kaldırdık, yanlış yaptık


https://www.milligazete.com.tr/haber/1505234/cumhurbaskani-erdogan-ab-istedi-zina-yasagini-kaldirdik-yanlis-yaptik


● ‘Faiz haramdır ama Devletimiz verdi mi caizdir, Fetvada tamam artık… ak partinin parçası gibi hakeket eden diyanet faize helal diyor


https://twitter.com/JosefislamCom/status/1270953758269341697


● Diyanet’in bir yıl önceki fetvası ortaya çıktı: Faizi helal kılmak kimsenin yetkisi değildir TOKİ’den faizli kredi ile ev almak için faiz kullanılabileceğine dair fetva veren Diyanet, bir yıl önce ise faizin kesinlikle haram olduğunu iddia eden başka bir fetva yayınlamış


https://www.birgun.net/haber/diyanet-in-bir-yil-onceki-fetvasi-ortaya-cikti-faizi-helal-kilmak-kimsenin-yetkisi-degildir-284092


● Bill Gates'in GAVİ projesine destek verildi! Türkiye celladıyla dans ediyor! aşının proje olduğunu düşünenler tepki verin. yarın tepki vermek için geç olabilir


https://www.habervakti.com/gundem/bill-gates-in-gavi-projesine-destek-verildi-turkiye-celladiyla-h113563.html


● bedelli askerlik getirmek Ak Parti’nin kendi kalesine gol atması demektir.


https://mustafa1senyurt.wordpress.com/2018/06/08/bedelli-askerlik-isteyenler-kul-hakkina-girdiklerini-bilsinler/


● başı örtülü feminist örgüt KADEM ak parti desteği ile kuruldu. ibneliği meşru gören istanbul sözleşmesini ak parti imzaladı. kadın çalışan sayısını arttırmakla övünen parti ak partidir. "boşanma artıyor, evlenme azalıyor" ise bunun sorumlusu ak partinin feminist politikalarıdır.


● ak parti, mhp, chp elele kemalizm bayramlarını şevkle kutlayarak chp'yi güçlendiriyor. hdp 19 mayıs'ı kutlamadı! ak parti, hdp kadar kendi davasına sadık olsaydı, ankara ve istanbul'u kaybetmezdi. not: hdp pkk'nın partisidir!


● ibneler diyanet'e dava açma cesaretini "istanbul sözleşmesi" ile ibneliği meşrulaştıran ak partiden alıyor! ak parti bunlara engel olmuyorsa oda suçludur. lut kavminin bir kısmı çirkin işi yaptığı halde hepsi helak oldu. MÜSLÜMAN KÖTÜLÜĞÜ (gücü yettiğince) ENGELLEMEK ZORUNDADIR


● ak parti'nin maddi anlamda ülkeye katkısını inkar eden kemalisttir. ancak;ak parti'nin manevi alanda yaptığı yıkım artık haddi aştı.- istanbul sözleşmesi -genç evlilik yapanlara hapis -süresiz nafaka ve kadına abartılı pozitif ayrımcılık. bunlar islam'a uymuyor. ak parti islama uymuyor!


● ak parti kalkınma için uğraştığı kadar ahlakı düzeltmek için uğraşsa idi yaptıkları boşa gitmez her seçimde oyu artardı. unuttukları şey şu "ŞERİATSIZ ADALET OLMAZ" islam'ı birinci sıraya almadıkça bu savruluş devam edecektir. inşallah anlayınca geç olmaz


● AK PARTİ'YE 17 YIL DAHA VERSEK BUNLARI YAPAR MI!?; 5816 sayılı kanunun iptali -Devletin dininin yeniden İslâm olması. -Ayasofya Camii -Eğitimin Millî, yerli ve ilmî olması -Piyango/kumar’ın kaldırılması -İdamın yasalaşması -6284 sayılı kanunun iptali -Faiz’in yasaklanması


● -”ak parti'ye oy verdim ama bundan sonra oy kullanmayacağım!


● ak parti'nin derdi kadın çalışan sayısını arttırmak olmuş. süresiz nafaka ile aileler yıkılıyor. ahlak'ı bozanlara yeterli yaptırım yok. ayeti inkar eden ilahiyatçılara ses yok . sadece ekonomi için ak partiye oy verilmez! şunu da ekleyim hiç bir partiye oy vermeyeceğim. ak parti muhafazakar tabanından uzaklaştı ve anap gibi bir parti oldu. islami hassasiyeti göremiyorum politikalarda. bedelli de fakir halk görmezden gelindi. ak parti islam'ı birinci sıraya koymazsa bu ülkeyi helak eder!!!” -10 şubat 2019-


● "KADIN VE GENÇ OLMADAN SİYASET OLMAZ" SÖYLEMİ TAMAMEN YANLIŞTIR! kadın ve genç yönetici olmaz bu emanete ihanettir. seçilme yaşı ise en az 35 olmalıdır. kadının millet vekili olması islam'a uymuyor. ak parti'nin yola çıkarken ki söylemleri ile bugünkü yaptıkları birbirini tutmuyor! -25 kasım 2018-


● Ak partinin en büyük yanlışı; kadınları çalışmaya teşvik değil, evine anneliğe teşvik etmeliler. anaokulu ancak ROBOT yetiştirir. anne şefkati olmadan çocuk ruhsuz, sadist bencil olur. kadınlar çalışsın deyip hemde 3 çocuk yapın demek samimi değil. aile biterse, ahlakta biter!


● Ak parti islam'ın yasaları dururken neden avrupa'nın yasalarının peşine düşüyor. islam'da kadının görevi evine, çocuklarına bakmaktır. ak parti "çalışan kadın sayısını arttıracağız" diyor . bu uygulama erkekleri işsiz bırakıyor . evlilik oranı düşüyor. yuvalar yıkılıyor.


● Ak parti’yi bitirecek yanlışlar; kadem feministlere terk edilerek aile yapısı bozuluyor. diyanet hadis inkarcılarına karşı ciddi bir yaptırım yapmıyor. keyfini düşünen, halkı anlamayan vekiller; bedelli gibi fakirle zengini ayıran uygulamalar. liyakat yerine topçu, popçu vekiller! -18 temmuz 2018-


● ak parti'nin oy kaybetmesinin sebebi çok basit! kemalistlere yaranmak için harcadığı çabayı muhafazakar tabanını sevindirmek için harcamadı. kemalizmi parlatırsan chp'nin oyu artar. bunu anlamak çok mu zor!! islami hükümleri ne kadar uygularsanız, chp'nin oyu o kadar azalır


● islam'a göre 15 yaşında evlenmek serbesttir. islam'ın izin verdiği bir şeyi yasaklamak islam düşmanlığı demektir. ak parti bunun farkında değil mi? yoksa umurlarında mı değil?! ALLAH'IN KANUNLARINA SAYGI DUYMADIKÇA ZİLLETTEN KURTULAMAYACAKSINIZ! islam'a göre kadın doğurabilecek yaşa gelince evlenebilir. evliliğin sahih olması için; anne, baba, kız üçü birden razı olmalıdır ve imam dinen sakınca yoksa nikahı tamamlar. devletin dini hüküm olan konuya karışması laikliğe de aykırıdır ve buna islam düşmanlığı denir. 15 yaşında çocukmuş evlenemezmiş! islam'a inanıyorsanız; bir mümin 15 yaşında reşid olur evlenebilir, savaşa katılabilir 15 yaşında uhud'da cihada katılan Semûre bin Cündeb ve Râfii'yi ne çabuk unuttunuz! Umeyr bin Ebî Vakkas 16 yaşında bedir'de savaşıp şehid olmuştur


● Ak parti yöneticileri bir avuç kemaliste yaranacağım diye ahiretinizi yakmayın! Samimi dindar MÜSLÜMAN, İslam düşmanını sev(e)mez, sempati duymaz SİZ HİÇ FİRAVUN'U SEVEN YAHUDİ GÖRDÜNÜZ MÜ!? Mecbur! kalmadığı halde Atatürk'e rahmet okuyan MÜSLÜMANA HAKKIMI HELAL ETMİYORUM


● ak parti kemalizm'i eleştirenleri partiden, devletteki görevinden atıyor. ak parti'nin kemalist, feminist politikaları kemalizmi güçlendiriyor ve bu da kemalistlerin olası darbesine yardım ediyor. ak parti darbeci kemalistlerden kurtulmak istiyorsa, 5816 nolu yasayı kaldırsın!


● ak parti aile ve kadın politikalarında çok büyük yanlışlar yapıyor ve bu yanlışlarla övünüyor. ak partinin yanlışları yüzünden ak partiye küsen insanları hain ilan etmeden önce ak partinin yaptıklarını KURAN'LA İSLAM'LA KIYASLAYIN BELKİ ANLARSINIZ!


● Ak parti (diyanet) İhsan Şenocak'ı görevden alıp, sonra görevine iade edip gerekçe göstermeden sürgün etmesi bizim ak partiye inancımızı sarstı. son günlerden ise islamoğlu öztürk tayfası parlatılıyor bazı ak parti belediyeleri onlara sahip çıkıyor. bu parti programı ise açıklansın -3 kasım 2018-


● Erdoğan yakasına Atatürk rozeti taksa bile kemalistlerden oy alamaz, ancak kemalistlere taviz veren Ak parti çok oy kaybeder! -21 ekim 2018-


● 2016 yılında bu twitter hesabım Türkiye'nin en popüler 245. hesabıydı 2016 yılında resimli tweetlerimi incelerseniz hala ak partiyi savunan twetleri görebilirsiniz. ak parti'nin yaptıklarını islama göre kıyaslayın. ne kadar yanlış yolda olduğunu isterseniz anlarsınız


https://twitter.com/Mustafa1SENYURT/status/780451615853641728


● ak parti'nin yanlışları


● - toplumun ahlakını bozan tv, kumar, faiz, içki vb. ahlaksızlıklarla mücadele edilmiyor! (tam tersine içki üretenlere teşvik kredi veriliyor, faiz diyanet aracılığı ile teşvik ediliyor, kumar piyango, iddia adı altında yaygınlaştırılıyor) - 28 şubat mahkumları ve onlara yapılan zulümler görmezden geliniyor (darbeciler, mafya serbest bırakıldı 28 şubat mahkumları ve genç evliler hala hapiste) - ak parti kemalistlere yaranmak için gereksiz tavizler veriyor - Allah’ın kanunları yerine batının kanunlarını uygulamaya sokmaya çalışıyorlar! (ibneliği meşrulaştıran istanbul sözleşmesi ve boşanma oranını arttıran kanunlar) - ehli sünnet hocalar görevinden alındı, sünnet hadis düşmanlarına(mealistler ve tarihselciler) yaptırım uygulanmadı. - “kadın çalışan sayısını arttıracağız” diyorlar. kadın çalışan sayısı artarsa erkek işsiz sayısı artar ve bu aile kurumunu yıkar! - süresiz nafaka zulmü ile erkekler evlilikten soğudu -brunson olayında gereksiz kahramanlık yapıldı ve doların artması ile ekonomi bozuldu. - domuz eti satışı serbest hale getirildi. - zina yasağı kaldırıldı ama 15 yaşında insanlar evlenince hapse atılıyor. -ak parti, mhp, chp elele kemalizm bayramlarını şevkle kutlayarak chp'yi güçlendiriyor. -ak parti'nin yola çıkarken ki söylemleri ile bugünkü yaptıkları birbirini tutmuyor!


● bana fetocu diyeceklere şimdiden cevap vereyim; feto hakkında 12 Ağustos 2014 Salı tarihinde alıntı yaparak yazdığım yazı;


● Fethullah Gülenin 24 Yanlışı


http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2014/08/fethullah-gulenin-1980-darbesi-icin.html



1 Temmuz 2020 Çarşamba

Süresiz Nafaka Aileyi Bitirir







Süresiz Nafaka Aileyi Bitirir. Ben Salih Arıkan görme engelliyim. Türkiye Beyazay Derneği İzmir şube başkanıyım. İlk üniversitem sosyal bilgiler ikincisi de açıktan sosyoloji devam ediyor.


Kamu görevlisiyim. Ülkemize ve aileye birçok tuzaklar kuruluyor.Siyasi iktidar tamam tebrik ederiz. Ama kültürel iktidar olmazda medeniyetimizin köklerine dönmezsek liberal tuzaklar içinde çürür gideriz.


Ben yetim büyüdüm. İşe başladığım zaman bu güne kadar hep yurtlarda yaşadım. Devlet parasız yatılı geçti ömrüm. En büyük hayalim bir ailem olsun. Babamı küçük yaşta kaybettim. Annemi de bir kaç yıl önce kaybettim.


Dedim ki kapımı açanım olsun, elime ayağıma dolaşan çocuklarım olsun. Uzun yıllar tatmadığım sevgiyi derinlikli olarak helal dairesinde yaşayayım. Kendim gibi gözleri görmeyen, iki çocuklu bir kadınla evlendim. Dört yıl evli kaldık. Ve yürütemedik.


Beş yüz lira nafakayla anlaşmalı olarak boşandık. Ben 2009 Haziranda evlendim 2013 Eylülde boşandım. Ve sürekli nafaka veriyorum. Evlenmek istedim, hanımefendiler biz nafaka veren bir kişiyle evlenemeyiz dediler.


Dün eski eşim demez mi nafakayı artıralım, bende evlenmek istediğimi yeni bir hayat kurmak istediğimi söyledim. Şimdilik ileri tarihe erteledik ama uzlaşamazsak beni mahkemeye verecek.


Çocuğum yok ama nafaka veriyorum. Hadi beş yıl verdim ama o da yeni bir hayat kursun bende. Düşünün ikimizde yeni bir hayat kuramıyoruz. Bana helal olmayan yabancı bir kadına ömür boyu para vermek istemiyorum. Ve yeniden evlenerek sevgiyi tatmak istiyorum. Evlilikte nikâhın Kutsallığını anladım. Bir gün Meryem anayı ziyaret etmiştik. O zaman bir dua ettim. Rabbim bizi bakire Meryem gibi tüm kötülüklerden koru diye dua ettim. Ne isteniyor insanlar kadınlar erkekler birbirine düşsün onlarda ellerini ovuştursun. Yok, öyle yama bir ara inzivayı düşünüyordum. Tekrar evleneceğim ve çoluk çocuğa kavuşacağım. Ailenin korunması için mücadelelerin içinde olacağım. Benim gönlüm yaralı ve gönlü yaralılara el uzatacağım. Belki de dil olacağım yılmak yok, mücadeleye devam. Kültürel iktidar da olmalı yoksa aile çürür. Bu mübarek günlerde rabbim ellerimizi ve yüreklerimiz birleştirsin. Salih Arıkan


http://www.cocukaile.net/suresiz-nafaka-aileyi-bitirir/


‘Haksız ve süresiz nafaka aileyi bitirir’


Süresiz Nafaka Mağdurları Platformu Kurucusu İlhan Ergincan, Türkiye’de son 10 yılda boşanan çift sayısının yüzde 28.9 arttığına dikkat çekerek, “Feminist derneklerinin etkisinde kalarak, süresiz nafakanın önlenmesine yönelik kanunun geciktirilmesi ile ‘Türk Aile’ yapısına en büyük darbe vurulmuştur” ifadelerini kullandı.


Süresiz Nafaka Mağdurları Platformu Kurucusu İlhan Ergincan, Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un ‘süresiz nafaka’ya ilişkin açıklamalarını değerlendirdi. Ergincan, “Aile Bakanının ‘her iki taraf haklı’ demesi ile bu kanun böyle kalsın demektir. Bu kadar önemli konuda adımlar atılmaması ve feminist derneklerinin etkisinde kalıp çıkarılacak kanunu geciktirmekle ‘Türk aile’ yapısına en büyük darbe vurulmuştur” dedi.


Aile Bakanının ‘nafaka ödenmiyor zaten’ şeklindeki ifadelerini hatırlatan Ergincan, şöyle devam etti: “Nafakadan dolayı hapiste olan 25 bin mağdurun işsizlikten dolayı ödeyemediklerinin farkına varamamış olmasının izahı yoktur. Sayın bakanımız ömür boyu nafaka ödemek adaletsizliğini zaten nafakayı ödemiyorlar ki diyerek bertaraf etmeniz yakışık değildir. Çözüm mercii sizlerken, çözümsüzlük odağı oldunuz.”


https://www.yeniakit.com.tr/haber/haksiz-ve-suresiz-nafaka-aileyi-bitirir-1042948.html


Nafaka Kimi Daha Çok Mağdur Ediyor?


Ben Seyran, dört çocuk annesiyim. Eşim cezaevinde 3 dosyadan yatıyor, eski eşine nafaka ödeyemedik attılar içeri.


Ben dört çocukla ortada kaldım. Kirayı ödeyemedim, ev sahibi bizi sokağa attı. Şimdi bir arkadaşta sığıntı gibi yaşıyoruz. Eşim oradan çıkamayacak çünkü 2 dosya daha geldi. Biz ortada kaldık.


Eşimin eski eşine nafaka ödemesi aylık 2300 lira ocakta bu miktar 2500 lira olacak. Eşim 2000 lira asgari ücretle çalışıyor. Eşim bize mi baksın, kirayı, elektrik, suyu mu ödesin yoksa bitmeyen nafakayı mı ödesin? Ödeyemiyor nasıl ödesin?


Nafakada kimi daha çok mağdur ediyor? Boşanan kadına almayan kadına kendi ailesi bakabilir, yeniden evlenebilir, belki gizlice evlenmiştir haberimiz yok, iş bulabilir, belki de gizlice çalışıyor, devlet yardım edebilir. Boşanan bir kadın nafaka almadan da hayatına devam edebiliyor.


Fakat nafaka ödeyemeyen erkek ve ailesinin hayatı bitiyor. Erkek cezaevine giriyor, dışarıda ailesi perişan kalıyor. Sonraki eşler kadın değil mi? Kim daha çok mağdur oluyor? Sonraki eşlerin, çocukların hakkını kim koruyacak? #ArifSuçluDeğilYoksul diye twitter da çalışma yaptım. Desteklerinizi bekliyorum.


Eşim şu anda cezaevinde hep de orada kalacak hiç çıkamayacak diye korkuyorum. Benim sesimi duydular ama kulaklarını tıkadılar. Çok mağdur kaldım çocuklarımla çok. Halen de mağduriyet devam ediyor. Bittik biz. Bizi bitirdiler. Hayatta yaşamayı haram ettiler.


http://www.cocukaile.net/nafaka-kimi-daha-cok-magdur-ediyor/


Boşanmış Erkeklerle Evlenen Kadınlar Cezalandırılıyor (Nafaka)


Ben kocamın ikinci eşiyim. Benim kocamla ilk evliliğim.Yaşım 28. Kocam eski karısından boşandıktan 5 yıl sonra biz tanıştık ve birbirimize aşık olduk, yuva kurduk. Kocamla evlendikten bir ay sonra evimize mahkemeden kağıt geldi.


Ve her şey o kağıt parçasının gelmesiyle başladı. Mahkeme kağıdında 15 bin lira tedbir nafakasının ödenmesi gerektiği aksi halde icra işlemlerinin başlatılacağı yazıyordu.Evlenmeden önce nafakanın tam olarak ne demek olduğunu dahi bilmiyordum. Evliliğim boyunca kocamın eski eşinin yaptıklarıyla öğrenmiş bulunmaktayım.


Evlendiğimizde kocam çalışıyordu ve ayda 600 tl nafaka ödemekteydi. Fakat evlendiğimizi sosyal medyadan öğrenen kocamın eski eşinin hayatımızı zindan edebileceğini nereden bilebilirdim.


Kocam zor durumda kalmasın 15 bin lirayı ödeyebilsin diye düğünümde takılan altınlarımı bozdurup kocama verdim ve tedbir nafakasını öylece ödemiş olduk. Kurtulduk sanıyorken aylar sonra kocama eski karısı mesaj attı. Bana para gönder yoksa nafaka artırım davası açarım diye tehdit etti.


Ve o dönemde kocamı işten çıkarmışlardı. Bize dava açtı 600 tl Nafakayı 1000 tl yapmak istedi. Akrabalarımdan borç para aldım zar zor avukat tuttuk. Kocamın psikolojisi bu süreçte çok bozulmuştu. Ve hamile olduğumu öğrendim.


Mahkemeye ben ve kocamın avukatı gittik. Duruşma sırasında “Çalışmıyorum işsizim çok mağdurum nafakam 1000 tl olsun” dedi. Hal hareketlerinden şüphelenmiştim yalan söylediğini anlamıştım zira kendisi lüks bir dairede yaşamaktaydı.


Duruşma bitti. Orada kaldım kılık kıyafetimi değiştirip beklemeye başladım. Halka açık yerlerde her sabah işe gittiğini gördüm. 4 bin tl maaş alıyor ve kayıt dışı çalışıyordu. Delillerimizle birlikte mahkemeye sunduk. Kadını hakimin odasından çıkarken gördüm.


Duruşmaya ara verildikten sonra hakim kararını açıkladı. Kocama ve bana 6 ay 6284 ten uzaklaştırma cezası vermiş. İşsiz kocama, hiç bir geliri olmayan kirada yaşayan bize de nafakayı 900 tl ye çıkararak ceza vermiş.


Duruşma sonunda kocamın eski karısı yanıma gelerek “Yargı da benden yana, hakim de benden yana, hiçbir şey yapamazsınız, sen çalış nafakamı öde” dedi.


Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bu çok büyük haksızlıktı. O anda yaşamak istemedim intihar etmek istedim ama hamileydim yapamadım. Artık kocamı hapse atacaklar. Bu kadar yüksek nafakayı ödeyemeyiz.


İştirak Nafakası Mağdurları diye twitter da bir grup kurdum. Eski eşleri korumak adına hükümet hem yeni eşlere yani kadınlara zulmediyor, hem de yeni yuva kurmuş erkeklere zulmediyor. Hükümetimiz sadece boşanmış kadınları korumayı düşünürken boşanmış erkeklerle evlenen kadınları cezalandırıyor. Ne isteniyor? İnsanlar zina mı yapsın? İstenen bu mudur? Böyle giderse eski eşi beslemeye çalışan erkekler yeni eşlerini kaybedecekler. Nafaka yüzünden pek çok erkeğin psikolojisi bozuluyor. Bu yüzden toplumda hem intiharlar hem de cinayetler artıyor.


Eski karısının keyfini güdemediği için kocamın hapse atılmasını istemiyorum. Bebeğimi babasız büyütmek istemiyorum. Bu zulüm artık bitsin. Nafaka borcu da nafaka hapsi de kalksın. Benim durumumda olan kadınlara ve eşlerine destek olun. Yuvalar yıkılmasın, kocalar hapse girip aileler dağılmasın, çocuklar babasız büyümesin.


#NafakaHapsiİnsanlıkSuçudur #YeniEşlereNafakaZulmüBitsin #NafakaHakDeğilGasptır


http://www.cocukaile.net/bosanmis-erkeklerle-evlenen-kadinlar-cezalandiriliyor/


İslam’da Nafakanın Hükümleri


Profesör Orhan Çeker, İslam Dininin nafaka hususundaki hükmünü anlattı. İslam’a göre nafakanın erkek tarafından kadına verildiğini vurgulayan Çeker:“Nafaka veren koca, alan da kadındır. İslam’da kadın gayr-i müslim de olsa nafaka alır.Hatta nafaka konusunda erkeğin zengin olma şartı da yoktur.Şöyle bir durum da var ki kadın çok zengin olsa da nafaka almak onun hakkıdır.Yani buradaki nafakadan kastımız “evlilik süresince kadının geçiminin sağlanmasıdır” dedi. İddet Süresi 3 aydır Boşanma ile biten evliliklerde erkeğin eşine nafaka ödemesi konusunda ‘iddet süresi’nin olduğuna dikkat çeken Prof. Çeker; “Erkek evlilikte eşine vermekle yükümlü olduğu nafakasına boşanınca da belli bir süre devam eder ancak bu süre 5 yıl değildir.Kadının ayrıldığı eşinden nafaka alma suresine ‘iddet’ denir. İddet 3 ay ya da bazı şartlara göre daha fazla sürebilir. Normal boşanma olaylarında iddet süresi 3 aydır.


Eğer kadın hamile ise erkek doğum yapana kadar ayrıldığı eşinin nafakasını temin eder. Erkeğin evliyken ve boşanmadan sonraki iddet döneminde nafaka ödemesi dini bir yükümlülüktür.


Evin geçiminde erkeğin masrafı ikiye bölme gibi bir şartı ortaya koyması mümkün değildir. Kadın eğer isterse evine harcama yapar ve bu onun bağışı olur” ifadelerini kullandı.


Çocuğun Velayeti Babada Kalır. Çocuk sahibi eşlerin boşanmasında İslam’ın hükümlerinin de açık olduğunu ifade eden Çeker; “İslam’a göre; boşanmalarda çocuk varsa çocuğun bakım işleri anneye verilirken velayeti ise baba da kalır. Baba, anneye çocuklarının bakım ücretini öder.


Erkek çocuk 7 yaşına kadar annesinin yanında kalır. 7 yaşından sonra ise baba onu tahsili ve terbiyesi için yanına alır. Erkek çocuk, büluğ çağına girdikten sonra tahsilini tamamlayıp iş hayatına başlayınca, babanın nafaka yükümlülüğü ortadan kalkar.


Kız çocuksa evlenip ailesini kurduğunda bu sorumluluk ortadan kalkar. Kız çocuğu evlenemez ya da evliliğini bitirirse 50 yaşında da olsa baba onun nafakasını vermek zorundadır.” şeklinde konuştu.


İlahiyatçı Çeker, nafaka şartlarını anlatan ayetlere de dikkat çekerek şunları anlattı: Nafaka hususu Bakara 233. ayet ve Talak suresi 6 ve 7. ayetlerde bildirilmiştir.


-Talak Suresi, 6. Ayet: (Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara ‘darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla’ zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslam’a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir.


-Talak Suresi, 7. Ayet: Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir.


-Bakara Suresi, 233. Ayet: Emzirmeyi tamamlamak isteyen için analar çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Onların normal ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini sağlamak da çocuk kendisi için doğurulanın (babanın) borcudur.


Hiç kimse gücünü aşan bir şeyle yükümlü kılınamaz. Ne ana çocuğu yüzünden zarara uğratılsın ne de çocuk kendisi için doğurulan çocuğundan dolayı zarar görsün.


Kendisine miras kalan kimseye de benzer yükümlülük vardır. Ana baba karşılıklı danışarak ve anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse bundan dolayı onlar için bir sakınca yoktur.


Çocuklarınızı sütannelere emzirtmek isterseniz münasip olan ücreti verdiğiniz takdirde sizin için bir günah yoktur. Allah’ın koyduğu kurallara aykırı davranmaktan sakının ve bilin ki Allah yaptıklarınızın tamamını görmektedir.


Prof. Dr. Orhan Çeker, Konya Selçuk Üniversitesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanıdır.


http://www.cocukaile.net/islamda-nafakanin-hukumleri/


27 Mayıs 2020 Çarşamba

Fazlurrrahman ve tarihselcilik fitnesi








ÖMRÜNÜ YANLIŞA ADAYAN ADAM: FAZLURRAHMAN

İslam Dünyasının Batı karşısındaki konumunun ciddi manada sorgulanmaya başlandığı on dokuzuncu yüzyılda yeni arayışlar gündeme geldi. Müslümanlar, Kuran ve Sünneti algılayış biçimlerini yeniden incelemeye aldılar. Bu aşamada klasik Tefsir Usulüne karşı, Batı aklının icat ettiği yeni anlayış usulleri benimsendi. Yirminci yüzyılın eşiğine gelindiğinde ise, bu usullerin okullaşma süreci başladı.

Kendi içlerinde farklılık arz eden bu usullerin ortak buluşma noktası, hepsinin Batı’ya ve Onun değerlerine karşı, Batının anlayış usullerini kabullenen bir gündeme sahip olmalarıydı.

Kur’an ve Sünnetin kendi dinamiklerinden neşet eden Tefsir Usul’üne ve o usul çerçevesinde istinbat edilen anlamlara bir başkaldırı tarzında gerçekleşen yeni yaklaşımların Kur’an’ı anlayış usulunde önerdikleri köklü değişiklikler içinde; Muhammed Abduh’un ‘İctimai’[ref]Temelde pozitivist bilim mantığına karşı olduklarını söylemelerine rağmen ayetleri söz konusu mantık çerçevesinde açıklamaya özen gösteren İctimai Tefsir Anlayışının en uç örneklerinden bir tanesi Muhammed Abduh’un Fil Suresi tefsiridir. Abduh söz konusu sürenin tefsirinde Ebabil Kuşlarını önce sinek ardından mikrop, taşları da sineklerin ayaklarına bulaşan toz zerreleri olarak tevil eder ve bunu garip bir şekilde rivayetlerin ittifak ettiği bir husus olarak niteler. Ayrıntı için bkz: Muhammed Abduh, Tefsiru Cuz’i Amme, Matbaatu’ş-Şa’b, Mısır, ty., s.118 vd.[/ref], Seyyid Ahmed Han’ın ‘Modernist’[ref]Temelinde Allah’ı inkar yatan doğa bilimiyle, Allah’ın vahyi Kuran’ı anlamaya çalışan ve bunu sistemleştirebilmek için İngilizlerin desteğiyle 1875’de Aligarh’de “Mohammadan Anglo-Oriental College” adıyla -daha sonraları üniversiteye dönüşen- bir kolej kuran Ahmed Han’a göre kainata sebep-sonuç sistemi hakimdir. Kainat bu çerçevede yönetilmektedir. Her şeyin yaratıcısı yani ilk sebebi Allah, tabiat kanunlarını kesin olurluğa bağlamıştır. İşte bu yüzden kainatta bu kanunlara aykırı hiçbir şey cereyan etmemektedir. Bu anlayıştan hareket eden Ahmet Han, peygamberlerin mucizelerini ve velilerin kerametlerini kabul etmeyip bunlarla ilgili nassları tabiat kanunlarına uygun bir şekilde yorumlamaya çalışmıştır. Hayatı ve fikirleri için bkz. Abdulhamit Birışık, Hint Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 2001, s.324 vd.[/ref], Emin el-Huli’nin ‘Edebi’[ref]‘Çağımızda ki tefsirin asıl hedefi sırf edebi olmaktır’ diyen el-Huli’nin görüşleri için bkz. Fehd b. Abdirrahman b. Süleyman er-Rumi, İtticahu’t-Tefsir fi Karni’r-Rabi’ Aşer, Arabistan, 1986, III, 876-892.[/ref] ve öncülüğünü Fazlurrahman’ın yaptığı ‘Tarihselci’ tefsir anlayışları önemli bir yer tutmaktadır. Öncekilere nisbetle daha yeni olan ve bu yüzden ne olduğu ve nereye ait olduğu noktasında âlimler tarafından ciddi hiçbir tenkide tabi tutulmamış olan tarihselci anlayış -bu cihetle- daha fazla bir öneme sahiptir.

Kuran’ın, Hz Rasulullah’ın (s.a.v.) yaşadığı miladi yedinci asra yönelik ilahi bir müdahale olduğunu ve mevcut hükümleri ile bu günün insanına hitap etmediğini iddia eden tarihselciler içerisinde Fazlurrahman, Mısırlı felsefe hocası Hasan Hanefi, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Cezayirli Muhammed Arkoun, Fransız Roger Garaudy ve Muhammed Abid el Cabiri önemli bir yer tutmaktadır. Fakat Kur’an’ın tarihselliği fikrinin neler önerdiğini anlayabilmek için İslam dünyası ve özellikle de Türkiye’de tarihselciliğin öncü ismi olarak kabul edilen Fazlurrahman’ın[ref]Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat, Ankara, 2004, s. 81.[/ref] görüşleri ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu yüzden biz bu makalede Fazlurrahman’ın Kur’an’ın tarihselliği iddiasına delil olarak gösterdiği şahit ve yorumların İslamiliğinin tahlil ve tenkidini yapacağız.

Fazlurrahman’a göre, Müslümanların çağdaş dünyada var olabilmeleri için iki yol vardır. Ya bütünü ile laik Batı’ya entegre olmak yahut da İslam’ı yeni bir içtihat metodu (tarihselci yorum usulü) ile yorumlayarak yeniden hayatın bütün alanlarına sokmak, böylece çağdaş dünyaya, laik olmayan, fakat İslami geleneğe değil, Kur’an’ın ahlaki ve sosyal amaçlarına uygun yeni kurum ve kurallara dayanan bir alternatif model sunmak. Ona göre, tutulması gereken yol bu ikincisidir. Gelenekçi ve muhafazakâr yaklaşım ve tutumlar ile bazı Müslüman modernistlerin ‘süküt, ikiyüzlü idarecilik, geleneği kullanmak ve tedrici-seçmecilik’ tavır ve yaklaşımlarının varacağı sonuç, İslam dünyasında ve Müslümanların hayatında giderek laisizmin ve sekülarizmin hâkimiyet kurması olacaktır.[ref]‘İslami Çağdaşlaşma’, İslami Araştırmalar, s. 314-320; Hayrettin Karaman , ‘Tefsirde Eski-Yeni Tartışması’, Kur’an’ı Kerim, Tarihselcilik ve Hermenötik, Yeni Ümit Kitaplığı, İzmir, 2003, s. 30.[/ref]

Müslümanları Kuran’ın indiği devre dönmeye çağıran Fazlurrahman önerdiği “etkin tarih”[ref]Şevket Kotan, Kur’an ve Tarihselcilik, Beyan Yayınları, İstanbul, 2001, s.182.[/ref] teziyle Allah’ın (c.c.) ezeli kelamı Kuran’ı, tarihi ve kültürel değerlerin karşı konulamaz yönlendiriciliği altında şekillenmekle izah ederken şunları söyler: Kuran’ın anlaşılması için onun nesnel ortamı şüphesiz ki olmazsa olmaz bir usuldür; çünkü özellikle Müslümanlar için mutlak kuralsal olması açısından Kur’an, Allah’ın (c.c.) tarih içerisinde cereyan eden durumlara Peygamberin (s.a.v.) zihni vasıtasıyla verdiği cevaplar olduğu için bu zorunluluk daha da güçlenmektedir.[ref]Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, (çev. Hayri Kırbaşoğlu), Ankara, 1990, s.67.[/ref]

Fazlurrahman vahyi Allah Rasul’u (s.a.v.) ile irtibatlandırırken Ehl-i Sünnet ulemasını, Hz. Peygamber’in (s.av.) Kuran’a karşı olan konumunu pasifize etmekle itham eder.[ref]Fazlurrahaman, İslam ve Çağdaşlık, s. 78.[/ref] Zira ona göre vahyin anlamsal yönü Cenâb-ı Hakk’a lafza aktarılışı ise Hz. Rasulullah’a (s.a.v.) aittir: ‘Kur’an yanılmaz olması ve mutlak olarak yanlıştan beri olması ciheti ile tamamen Allah kelamıdır; ancak vahiy, Peygamber’in kalbine (zihin anlamında kullanmaktadır) ve buradan onun diline intikal etmesi açısından onun şahsiyeti ile derinden ilgilidir.’[ref]‘Eyüp Han Döneminde Bazı İslami Meseleler’ , İslami Araştırmalar Dergisi, Ankara, 1990, IV, 4, s.309.[/ref]

İlahi emri, yedinci yüzyıl Arabistan’ının çevresel durumu ile ebedi kelam arasındaki ilişkiden ibaret gören Fazlurrahman çevresel durumun değişmeye maruz kaldığı gerçeğinden hareketle İlahi emirlerin de değişeceğini iddia eder. Buna kanıt olarak da ashap tarafından şiddetle karşı konulmasına rağmen Hz. Ömer’in Kur’an’daki bazı içtimai konularda köklü değişiklikler yapmış olmasını gösterir.[ref]Fazlurrahman, İslami Çağdaşlaşma; Alanı, Metodu ve Alternatifleri, (çev. B.Demirkol), İslami Araştırmalar Dergisi, Ankara, 1990, IV, 4, s.4.[/ref]

Kur’an’ın ihtiva ettiği hükümleri küllî ve cüz’î olmak üzere iki kategoriye ayıran Fazlurrahman, küllî diye isimlendirdiği genel hükümleri zaman üstü bir duruşla tahlil eder. Buna mukabil siyaset, hukuk, ekonomi gibi cüz’î/tikel kabul ettiği hükümleri ise tarihsel olarak görür. Ona göre, tikel hükümler ancak gayelerinden genel hükümler çıkarılarak işlevsellik kazanabilirler.[ref]Fazlurrahman,İslam ve Çağdaşlık, s.91-95.[/ref]

İktisat, hukuk ve siyasetle ilgili hükümleri yöresel ve dolayısıyla tarihsel kabul eden Fazlurrahman onlara modern zaman içinde uygulama alanları bulamaz. Ona göre, hukukla ilgili ayetler indikleri cemiyetin özelliklerini taşımaktadırlar. Örneğin: savaş ve barışla ilgili bütün ayetlerde yedinci asır Hicaz Yarımadasının etkileri görülmektedir.[ref]Fazlurrahman,Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, (çev. Salih Akdemir), Ankara, 1995, s.22-23.[/ref] Bu tür yöresel ayetler (tabir ona ait) ancak dolaylı hukuk referansı olabilirler.

Fazlurrahman’a göre, evrensel olan ayetler oldukça sınırlıdırlar. Onlarla iktifa etmek hayatın önünü tıkar. Müslümanların modern zamanla birlikteliklerini tesis etmeleri birçok hükme kaynaklık edebilecek ilkeler tesbit etmelerine bağlıdır.

Yazar, Kur’an’ı Kerim’i anlamak için önerdiği ilke tespitinin nasıl yapılacağı ve tespit edilen ilkelerin nelere dikkat edilerek pratize edileceği noktasında akla gelen muhtemel sorulara iki yönlü bir hareketi öngören yöntemiyle cevap verir (Ki bu yöntem yazarın önerdiği tefsir usulünün en temel unsurudur.):

‘Gerçekçi ve gelecek vadeden bir İslam Hukuku ve İslam kurumları tesis etmek istiyorsak, iki yönlü bir hareket yapmak zorundayız. Birincisi, nazil olduğu zamanın konu ile ilgili mevcut toplumsal şartlarını göz önünde tutarak, Kur’an’ın, somut olayları işleyişinden, bir bütün olarak Kur’an’ın hedeflediği genel ilkelere doğru hareket etmektir. İkincisi bu genelleme düzeyinden günümüzde geçerli olan konu ile ilgili mevcut toplum şartlarını göz önünde tutarak şu anda uygulanmak istenen özel yasamaya doğru hareket etmektir.’[ref]Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s.94-95.[/ref]

Fazlurrahman, ulemanın Kuran’ı anlama usulünün “parçacı-lafızcı” olduğunu söyler. Parçacı oluştan, ayetlerin Kuran bütünlüğü içerisinde tefsir edilmediğini, lafızcı oluştan ise, mesaj yerine lafza bağlı kalındığını ve lafzının ezeli ve ebedi telakki edildiğini kasteder. Yazar, tenkit ettiği “parçacı-lafızcı” usulün karşısına, “bütüncül-tarihi” perspektifi getirir. ‘Tarihi’likten tarihi olduğunu iddia ettiği Kuran’ı Kerim ve Sünneti tarihi birer olgu olarak kabul etmeyi ve kabul ediş neticesinde “tarihselci” okumayı; “bütüncül”den ise her ayeti Kuran’ın bütünlüğü içerisinde anlamayı hedefler.[ref]Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s.91-95.[/ref]

YANLIŞIN SORGUSU

Modern zamanın buyurgan aklının yönlendirdiği modernist akımlar, İslam coğrafyasında farklı anlayış usulleri geliştirdiler. Geliştirilen bütün usullerin özünde ise, geleneği ret anlayışının hâkim olduğu sorgulama zihniyeti vardır. Buna göre, ‘Ehl-i Hadis’ anlayışı İslam hukuk sistemini, ‘Ehl-i Kur’an’ hareketi Sünneti, tarihselci yaklaşım ise Kur’an’ı sorgulamaktadır. “İslâmî” olan her görüşte ise asıl olan küfrü sorgulamaktır. Nitekim bütün Resuller yaşadıkları zamanın hâkim ideolojilerini sorgulamış ve onların akıl ve usulleri ile hayatı idare etmeyi reddetmişlerdir.

Modernistlerin anlayış usullerini peşinen İslami olma özelliğine sahip değerleri sorgulama üzerine bina etmeleri, geliştirdikleri usullerin Batı daki uygulanış şekillerini tahlil etmelerine mani oldu. Bu yüzden tarihselcilik -Kur’an’ı sorgularken- kendi menşeini, hangi şartlarda ve niçin doğduğunu yeterince tartışamadı.

TARİHSELCİLİK

Fazlurrahman’ın, İslam ümmeti için yegâne kurtuluş yolu olarak gösterdiği tarihselcilik gerçekte kilisenin skolastik müktesebatını insanileştirmek için doğan bir anlayış tarzıdır. Aydınlanma devrinde öz adıyla tedavüle çıkan tarihselcilik, Hıristiyanlık kültürü içinde oluşum sürecini tamamlayınca, oryantalistler tarafından İslam dünyasına taşındı ve Kur’an’a tatbik edildi. Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmeyen Oryantalizm, tarihselci anlayış çerçevesinde ayetlerin evrensel duruşlarını reddetti. Onlara göre, Kuran-ı Kerim belli bir tarihliliğe sahipti ve yalnız o bağlamda ele alınmalıydı.

Oryantalizmin, vahiy gerçeğini inkâr edebilmek için Kur’an’ı Kerim’e uyguladığı tarihselciliği Fazlurrahman’ın İslam ümmetinin sekülarizme esir olmaktan kurtulmasının tek çaresi olarak göstermesi sadece İslam düşmanlarını inandırabilir. Zira böyle bir anlayış zehiri ilaç kabının içine koyup şifa niyetine hastaya içirmekten başka bir şey değildir.

Gerçekten Müslüman modernistler İslam dünyasını kuşatan sosyo-kültürel krizi aşmak istiyorlarsa, öncelikle işe, modern değerlerin ve de Batı’da olduğu hali ile iktibas ettikleri tarihselciliğin tarihselliğini ilan ederek başlamalıdırlar. Çünkü İslam coğrafyasının fikri rekâketi içi doldurulmadan ithal edilen modern değerlerin tahribatıyla oluşmuştur. Bu yüzden tedavinin gerçekleşmesi, teşhisin doruluğuna bağlıdır.

Tarihselciliğin İslam coğrafyasındaki versiyonunun öncelikle müstemleke muamelesi gören insanların ülkelerinde neşvü nema bulması, onu kabul eden Müslüman modernistlerin zihnen tükendiklerinin, terkib ve tahlil ameliyelerini yitirdiklerinin ve bu yüzden de kendileri olabilmeyi düşünemediklerinin izharıdır. Bu nedenle tarihselcilik, zihnen mağlubiyetin getirdiği reaksiyoner bir anlayış sistemidir. Bu anlayış, İslami ilimlere kısmen vakıf olan modernistleri bütünü ile İslam geleneğinden koparmıştır. Ortaya, İslam’a göre şekillenen bir hayat yerine, hayata göre şekillenen bir İslam çıkmıştır. Çünkü yaşanan krizi, cemiyete müdahale eden müceddit akılla aşan geleneksel ulemanın yerini her türlü müdahaleye açık tarihselci müteceddit akıl almıştır.

KUR’AN’I KERİM TELAKKİSİ

Fazlurrahman’ın Müslümanları Kur’an’ın nazil olduğu döneme giderek onu anlamaya çağırması Sünnet ve Cemaat anlayışının bu güne kadar uyguladığı tefsir usulüne ciddi bir muhalefet içermemektedir. Çünkü bütün müfessirler Kur’an’ı tefsir ederken nüzul ortamını göz önünde tutmuşlardır. Ancak muradı ilahiyi nüzul ortamından bugüne taşıma noktasında Fazlurrahman’ın önerdiği usul, klasik tefsir usulünü kökten değişime tabi tutmaktadır. Klasik usul, Kur’an’ı Kerim’i lafız ve mana ciheti ile Allah’a (c.c.) ait kabul ettiğinden, onu tefsir ederken lafızdan hareket eder ve ayetlerin bütün zaman ve mekânlarda geçerli olduğunu söyler. Fakat yazarın önerdiği usule göre nüzul döneminde aranması gereken en temel unsur Kur’an’ı Kerim’in kültürel değerlerden nasıl etkilendiğinin tespiti ve bu etkinin ilkelerle lafızdan ayıklanarak sadece mana itibari ile bu güne taşınmasıdır. Zira yazara göre, içinde ‘etkin tarihin’ kodlarını barındıran Kur’an’ı Kerim bu hali ile evrensel değildir.

Hakikat şu ki; İslamilik iddiasında bulunan her anlayış usulü, Kur’an’ı Kerim’i lafız ve mana itibari ile Allah Teâlâ’ya (c.c.) ait olan ve bütün zamanlara hitab eden evrensel hakikatler atlası kabul eder ve bu kabul gereği davranırsa meşruiyet kazanabilir. Çünkü Kur’anı Kerim sadece nüzul devrine hitab etmediğini, tarih üstü duruşuyla kıyamete kadar gelecek ins ve cinne hükmettiğini bildirmektedir: ‘Alemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indiren Allah’ın (c.c.) şanı yücedir.’[ref]Kur’an, Furkan (25):1.[/ref] Bu ayet, Kuran’ın ve ilk muhatabı Allah Rasul’ünün (s.a.v.) belli bir zaman, coğrafya ve milletle sınırlı olmadığı bilakis onunla aynı asrı paylaşanlar dahil kıyamete kadar gelecek bütün insanları kapsadığı yani tarih üstü olduğu gerçeğini ifade etmektedir.[ref]Bkz. Muhammed b. Ömer Fahruddin Razi, Tefsiru’l-Kebir, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, XXIV, 40; Muhammed b. Yusuf Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, VI, 440.[/ref]

‘O (Kur’an), bütün alemler için ancak bir uyarıdır.’[ref]Kur’an, En’am(6): 90.[/ref] Yani sadece indiği o ilk toplumu değil kıyamete kadar gelecek bütün milletleri irşat etmek de onun uhdesindedir.[ref]Bkz. Razi, a.g.e., XIII, 59; Reşid Rıza, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Kerim, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, VII, 505.[/ref] Davet zaman ve mekanla sınırlı değildir.

ETKİN TARİH TASAVVURU

Fazlurrahman “etkin tarih” teziyle, Kur’an’ın Peygamber’imizin (s.a.v.) zihnine indiğini iddia ederek şunu söylemek istemektedir: Bir takım hakikatler suretinde inen ayetleri Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, (s.a.v.) çevre kültürünün etkisiyle lafzi kalıplara sokarak ifade etmiştir. Yani kırk yaşına kadar Arap kültürü ile yaşayan, düşünen, konuşan Peygamber zihni, kırk yaşından sonra çevre kültürünün yanı sıra sadece anlam itibari ile vahyi de kuşanmıştır.

Fazlurrahman, ifade ettiği bu yaklaşımın mucidi değil sadece Batı kültüründen İslam’a taşıyıcılığını yapan bir amelesidir. Eğer amele değil de fikir adamı olsaydı kendisine telkin edilen oryantalist ezberlere şüpheyle yaklaşacak, Kur’an’ı Kerim’in beyanı doğrultusunda onları öz posa ayrımına tabi tutacaktı. Fakat bunu yapamadı.

Yazar, Batı kültüründen kes-kopyala-yapıştır tarzında iktibas ettiği ‘etkin tarih’ tezini öncelikle Kur’an’a danışmış olsa idi, Kur’an’daki hakikatlerin bir kısmının önceki Resullerin şeraitleri ile ayniyet ya da benzerlik arz etmesinin, dinin Hz. Âdem’den (a.s.) bugüne, öz itibari ile değişmediğinden İslam’ın ise değişmeyen o dinin en son sunumu olduğundan kaynaklandığını görecekti. Nitekim Hz. İbrahim’in (a.s.) Müslüman olarak tavsifi, önceki dinlerin İslam üst başlığında cem edilişi, iman esaslarının insanlık tarihi boyunca ayni kalışları, hitabi ilahi’nin değişmediğini gösterir. Niçin değişsin ki? Madem bütün Resuller Allah Teâlâ’ya (c.c.) davet etmişlerdir. O takdirde isim, zaman, mekân ve tarihin dışında söylenenler özde aynı olmalıdırlar. Bu yüzden Kur’an’ı Kerim ’Sana ancak senden önceki peygamberlere söyleneneler söylenmektedir.’[ref]Kur’an, Fussilet(41): 43.[/ref] buyurmaktadır.

Şer’u men kablena’nın (bizden önceki Peygamberlerin şeriatı) birçok konuda Müslümanları da bağlaması, Kur’an’ı Kerim’in ifade ettiği hakikatlerin bir yönü ile Hz Âdem’e (a.s.) diğer bir yönü ile ise kıyamete kadar uzanmasının yani halidi/ebedi oluşunun göstergesidir.

Bizzat Kur’an, İslam’ın önceki Resullerin şeriatları ile birçok konuda ayniyet ya da benzerlik ifade ettiğini söylemesine ve fukaha da hükme medar olan kaynakları sayarken şer-u menkablana’yı dikkate almasına bakmaksızın çıkıp da Kur’an’daki hükümlerin önceki şeriatlara benzemesi, Onun etkin tarihin kodlarını taşıdığına işaret eder türünden beyanda bulunmak Kur’an’ı anlamamak için ısrar edişten başka türlü izah edilemez.

Modern zamanın teknolojik gelişmişliğini gerekçe göstererek, ahkam ayetlerinin tarihselci bir bakış açısıyla yeniden okunmasını talep etmek en basitinden aklı vahiyden, yedinci asırda yaşayan Allah Rasul’ü (s.a.v.) ve ashabını da fikri anlamda bu günün insanından daha geri görme zafiyetidir. Modern zamanın şımarttığı adam bilmiyor ki Kur’an’ı Kerim Hz. Âdem’den (a.s.) kıyamete kadar; düşünmek, konuşmak, evlenmek, sevinmek, üzülmek gibi değişmez fıtrı özelliklere sahip ve bu özellikler itibariyle hep aynı kalan insana hitap etmektedir.

Fazlurrahman, oryantalist ezberini bütün bu gerçeklere tercih edip, sanki Allah Teâlâ (c.c.) Hazretlerine sen bilirsin fakat ben de bilirim demektedir. Hâlbuki Allah Teâlâ (c.c.) ‘Allah bilir siz bilmezsiniz.’[ref]Kur’an, Bakara(2): 232.[/ref] buyurmaktadır. Böyle bir bakış açısının ciddi bir akidevi probleme neden olacağı, sıradan bir Müslümana bile aşikârdır.

VAHİY KALP İLİŞKİSİ

Kalbi selim; geleni geldiği gibi nakleder. Zihin ise, sahip olduğu tarihi ve kültürel özellikler sebebi ile duyduklarını sosyo-kültürel duruşuna göre şekillendirir. Yani zihin, duyduklarını izah ederken onlara kendi rengini verir. Bu yüzden Fazlurrahman, Kuran’ın tarihselliği tezini ispat ederken; vahyi, Allah’ın (c.c.) tarih içerisinde cereyan eden durumlara Peygamberin (s.a.v.) zihni vasıtasıyla verdiği cevaplar şeklinde tarif eder. Fakat Kuran, vahyin Peygamberimizin (s.a.v.) zihnine değil, kalbine indiğini söylemektedir.

Vahyin Allah Rasul’üne (s.a.v.) gelişini anlatan ayetler ( 2/Bakara, 97; 26/Şuara, 193-4) intiha/ulaşma bildiren ‘ila’ harf-i cerri ile ‘ila kalbike’ şeklinde değil de istila/sahip olmak, hakimiyeti altına almak anlamına gelen ‘ala’ harf-i cerri ile ‘ala kalbike şeklinde nazil olmuştur.[ref]Ebu Hayyan, a.g.e., I, 488.[/ref] Çünkü Kur’an’ı Kerim Allah Rasul’ünün (s.a.v.) kalbini bütünü ile hakimiyeti altına almış ne nasıl vahyedildi ise Hz Rasulullah (s.a.v.) tarafından hiçbir şey eksiltilmeden ya da artırılmadan aynen kabul edilmiştir.

‘Ala kalbike’ ifadesi Peygamberimizin (s.a.v.) kalbine farklı fonksiyonlar yüklemek isteyen, ‘Kur’an hem tamamıyla Allah kelamıdır, hem de olağan anlamda tamamıyla Hz. Muhammed’in kelamıdır’ türünden üstü örtülü ifadelerle vahyi beşerileştirmek isteyen yazarın aleyhine bedihi bir delildir.

Kuran’ın Allah Rasülünün (s.a.v.) kalbine indirilmesinin nedeni; kalbin, şuurun, idrakin merkezi olmasından dolayıdır. Kalp, anlamada ne bir noksanlığa ne de bir fazlalığa imkân tanır.[ref]Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Muhtasar-u Tefsir-i İbn Kesir, Daru’l-Kurani’l-Kerim, Beyrut, 1399, III, 687.[/ref] Geleni geldiği gibi nakleder. Bu yüzden kalb-i selimin üzerinde “etkin tarih”in değil İlahi Hitabın tasarrufu vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın, Necmettin-i Kübra’nın tefsirinden naklettiği şu mütalaa kalbin vahyi idrak etmede ne derece önemli olduğunu açıkça göstermektedir: “Musa’ya (a.s.) verilen levhalar Onun kalbine indirilseydi, gazap halinde onları yere atmayacak ve de ilmi ledün tahsili için Hızır’ı aramaya gitmeyecekti.”[ref]Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, İstanbul, 1936, V, 3644.[/ref]

VAHYE ALLAH RASULÜNÜN DAHLİ YOKTUR

Fazlurrahman’ın iddiasının aksine, Ehli Sünnet uleması Allah Rasulü’nün (s.a.v.) vahiy karşısındaki konumunu küçümseme gibi bir ameliye içinde olmamıştır. Sadece yaptıkları, Kur’an’ı Kerimdeki vahiy- Peygamber münasebetini anlatan ayetleri istikra/tümevarım yolu ile tesbit ederek olanı olduğu gibi izah etmektir. Nitekim Allah Teâlâ, H.z. Peygamber’in (s.a.v.) vahiyle olan münasebetini anlatırken Onun her gelen vahyi bildirildiği surette ezberleyip muhafaza eden pasif bir alıcı olduğunu anlatmaktadır. Yazarın üstü örtülü bir şekilde ifade etmeye çalıştığı vahyin oluşumunda Allah Rasulü’nün (s.a.v.) etkin oluşu iddiası Kur’an’ın anlattığı vahiy-peygamber münasebetine bütünüyle zıttır. Vahyin oluşumunda Allah Rasul’u (s.a.v.) öylesine tepkisiz bir alıcıdır ki vahyin mücmel bırakılan yönlerini izah bile, yine Allah Teâlâ tarafından kendisine bildirilerek yapılmıştır: ‘Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.’[ref]Kur’an, Kıyame(75): 19.[/ref]

Şayet yazarın vahyin oluş sürecinde Allah Rasulü’nün (s.a.v.) etkinliği iddiası doğru olsa idi Cenâb’ı Hak Rasulune hitaben şöyle der miydi: ‘(Rasul’üm!)onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphe etme ki, onu toplamak (Senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okuyuşunu takip et.’[ref]Kur’an, Kıyame(75): 16-18; Ayrıca bkz. Taha(20): 16.[/ref] Yani Cebrail’in kıraatine birleşik olarak okuma. O okuyuşunu bitirinceye kadar sessiz bir şekilde bekle. Ne zaman O, vahyi tamamlayıp sukut edince sen okumaya başla.[ref]Razi, a.g.e., XXX, 198.[/ref] Zira “Sana Kur’an’ı okuyacağız, sen onu hiç unutmayacaksın.”[ref]Kur’an, A’la(87): 6.[/ref] Kur’an’ı Kerim’in vahyedildiği şekilde Allah Rasulü’nün (s.a.v.) kalbine eksiksiz bir şekilde yerleştirilmesi bir vaadi ilahilidir ve tahakkuk etmiştir.

Bütün deliller Allah Rasulü’nün (s.a.v.) vahye karşı hiçbir müdahalesinin olmadığını bilakis vahyi olduğu gibi alıp muhafaza ettiğini söylerken Fazlurrahman sadece hevasına dayanarak bunu reddetmektedir. Bu tür bir yaklaşımın ciddi akidevi bir problem olduğunu söylemek kelam israfından öte bir şey olmayacaktır.

İLAHİ EMİR VE TARİHSELCİLİĞİN DEĞİŞİM TALEBİ

Çevresel durumun değişmesine paralel olarak İlahi emrin de değişmesini talep etmenin temelinde Allah’ı (c.c.) yedinci asrın insanına hükmetmeye yetkili fakat modern çağ insanına ise doğrudan hitap etmeye –haşa- yetkisiz görme gibi sekularist bir anlayış vardır. Değişim, mevcudun ihtiyacı karşılayamadığı durumlarda söz konusu olur. Kur’an’ı Kerim insanlığın hangi sorununa çare bulamadı ki yazar onu değişime tabi tutmak istemektedir. Sonra Kur’an’ı Kerim ilahi bir kelamdır. Beşeri olan ifadelerle ilahi olan Kur’an’ı değiştirmek –Haşa- Allah Teâlâ’ya (c.c.) biz de senin kadar biliriz gerekli gördüğümüz yerlerde Kur’an’ı –haşa- değişime tabi tutarız demek anlamına gelmeyecek midir?

Yazarın, değişim projesine meşruiyet kazandırabilmek için Hz Ömer’in (r.a.) ictihatlarını kendine delil göstermesi ise iki türlü izah edilebilir; ya Fazlurrahman sadece okuyan fakat okuduklarını idrak edemeyen ‘Fakih bi’l-İbare’ dir. Ya da nesebsiz çocukların kendilerine benzettiği herkese aidiyet iddiasında bulunmaları gibi meşruiyet telaşına düşmüş akla ziyan bir ameliye içerisindedir. Çünkü Hz Ömer’in (r.a.) içtihatları Kur’an’ın değiştirilmesinin değil bilakis değiştirilmeden zamanın değer yargılarını değiştirebileceğinin şahitleridir.

Nitekim Hz. Ömer’in (r.a.) içtihatları incelendiğinde görülecektir ki, onların özünde -hükümlerin illetleri çerçevesinde- toplumsal faydayı temin ve zararı def etme vardır. Bu ise fıkhın esasıdır. Bundan dolayıdır ki Hz Ömer (r.a.), uygulamanın şartları tahakkuk etmeyip hükmün illeti ortadan kalktığında, ya da hükmün uygulanmasıyla cemiyet adına bir zarar oluştuğunda o zararı def etme gayesiyle bazı hükümleri geçici olarak tatbik etmemiştir. Bu doğrudur. Fakat bunu yaparken bir başka nassla amel etmiştir. Fazlurrahman’ın zannettiği gibi ne olursa olsun değişim mantığı ile ayetlerin açık anlamlarını kendi görüşü ile değiştirmemiştir. Zaten böyle bir ameliye içerisinde olmasına ne Kur’an’ı Kerim ne de Hz. Ömer’in (r.a.) imanı müsaade eder.

Yazarın değişim projesine delil gösterdiği Hz Ömer’in (r.a.) içtihatlarını, bir örnek üzerinde tahlil ederek gerçekte akla değil fıkhın esas kaynaklarına dayandıklarını ispat etmeye çalışalım: Bilindiği gibi -kesilmesine dair ayet[ref]Bkz. Kur’an, Maide(5): 38.[/ref] olmasına rağmen- Hz Ömer, (r.a.) aşırı kıtlık yılında hırsızın elini kesme hükmünü durdurmuştur. Nitekim Müzeyne’den bir adamın devesini çalan Hatıb b. Beltea’nın kölelerine sirkat haddini (el kesme cezasını) tatbik etmemiştir. Bunun temelinde ise, Hz Ömer’in (r.a.) hükmün illeti, hikmeti ve uygulama şartlarını etraflı bir şekilde idrak etmesi yatmaktadır. Gerçekte hırsızlık, başkasının malına tecavüz etmek olduğundan aşağılık bir suçtur. Bu yüzden onu ortadan kaldırabilmek için el kesme cezası uygun bir cezadır. Fakat hırsızlığın el kesmeyi gerektirir bir suç olması birçok şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Bunlardan bir tanesi de zaruret halinin olmamasıdır. Çünkü “Zarurutler haramları mübah kılarlar.”[ref]Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyub İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lamu’l-Muvakkiin an Rabbi’l-Alemin, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, 1996, III, 13-15; Abdulkerim Zeydan, el-Medhal li Diraseti’ş-Şeri’ati’l-İslamiyye, Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 1999, s.103.[/ref] Zenginin fakiri doyurmadığı, insanların aç kaldığı, aşırı derecede kıtlığın hakim olduğu bir zamanda yapılan hırsızlık el kesmeyi gerektiren bir ceza olmaktan ziyade, haram olmasına rağmen zaruret halinde mubaha dönüşen ameliyeler kabilinden olur. Dolayısıyla böyle bir durumda hırsıza el kesme cezası uygulanmaz.

Ayrıca Allah Rasulü (s.a.v.) savaşta hırsızın elinin kesilmeyeceğini söylemiştir. Çünkü savaş olağan dışı bir durumdur. Böyle bir durumda hırsızın elinin kesilmemesi ondan daha meşakkatli olan şiddetli kıtlık zamanında evleviyetle kesilmemesini gerektirir.

Hz. Ömer’in (r.a.) bu nevi uygulamaları ne hükmün neshedildiğine ne de kaldırıldığına işaret eder. Bilakis Onun hükmün illeti ve şartların tahakkukunu derin bir anlayışla kavradığına, büyük bir müçtehit olduğuna delalet eder.

KÜLLİ VE CÜZ’İ İLKELER SİSTEMİ

Fazlurrahman’ın Kuran’i hükümleri küllî ve cüz’î olmak üzere iki kategoriye ayırması; küllî diye isimlendirdiği genel hükümleri zaman üstü bir kimlikle değerlendirilmesi, cüz’i/tikel dediklerini ise tarihsel olarak niteleyip onların gayelerinden iyilik, adalet, yardımlaşma gibi genel hükümler çıkarması bütünüyle akli delillere dayanmaktadır.[ref]Fazlurrahman,İslam ve Çağdaşlık, s.91-95.[/ref] Çünkü, onun bu uygulamasına referans olabilecek hiçbir nakli delil yoktur. Gerçi fakihler genellik ifade eden şer’i nassların delaletlerinden, fıkıh usulunün prensiplerinden ve hükümlerin illetlerinden hareketle genel kaideler oluşturmuşlardır. Nitekim Karafi bu noktada şunları söylemektedir: Şeriat-ı Muhammediyye; usul ve füru olmak üzere iki bölümden oluşur. Usul de kendi içinde iki kısma ayrılır: Bunlardan ilki olan ‘Usul-u Fıkh’ın ağırlıklı konusu emrin vucüba, nehyin harama delalet etmesi gibi, Arabi lafızlardan mülhem olan hükümlerin kaideleri hakkındadır. İkincisi ise, (Mecellede olduğu gibi) fıkhi hükümlerle alakalı genel kaidelerden bahseder.[ref]Bkz. Ebu’l-Abbas Ahmed b. İdris el-Karafi, el-Furuk, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, I, 6.[/ref] Fakat gerek Fıkıh Usulu gerekse fıkıhla alakalı genel kaidelerin hiçbiri had cezaları, faiz, gibi muayyen konulara çözüm getiren ayetlerin uygulama alanlarını ortadan kaldırma gibi bir gayeye mebni değildir. Bu kaidelerin tespit edilmesinin asıl gayesi sınırlı sayıdaki ayetleri sınırsız olaylara etkin kılabilmektir. Fakat Fazlurrahman’ın tespit ettiği külli ve cüz’i sistemin hedefi ise modern zamanda kendilerine uygulama alanı bulunamayan! ayetleri devre dışı bırakmaktır. Nitekim Fazlurrahman bunu açıkça ifade etmekten de çekinmemektedir: “Hz. Peygamber (s.a.v.) kabilelerle sınırlı dar bir alanda görev yapmıştır; bundan dolayı geniş toprakların ve bütün halkların söz konusu edildiği bir yerde aynı uygulamayı gerçekleştirmek imkânsızdır.”[ref]Fazlurrahaman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, s. 187.[/ref]

Bu ifadelerin temelinde Aydınlama aklının ilerlemeci tarih anlayışı vardır. Bu yüzden Fazlurrahman Kur’an’ın hükümlerine modern zamanda uygulama alanları bulamaz.

Yazarın tikel olarak nitelediği ahkâm ayetlerinin getirdiği çözümlerin belli bir tarihte görevlerini tamamlayarak hukuki alandan çekildiklerini düşünmesi, ayetleri neshetmenin ötesinde bir izah kabul etmez. Hâlbuki bir ayet, ancak başka bir ayetle nesh edilebilir. Allah Rasulü’nün (s.a.v.) irtihallerinden sonra yeni bir ayet gelmediği ve gelmeyeceğine göre, ahkâm ayetlerini neshetme yetkisi, Fazlurrahman’a kim tarafından verilmektedir. Yoksa kendisinde ilahi bir güç mü vardır?

Fazlurrahman’ın ilkeler çerçevesinde geliştirdiği anlayış usulünde neler bağlayıcıdır? Mesela neye göre hükümleri cüz’î ve küllî diye ikiye ayırmaktadır. Bu ayırımda ona neler referans olmaktadır? Fıkıhla alakalı hükümler cüz’î kabul edilirken fıkhın ibadet bölümünü oluşturan namaz, oruç, hac ve zekâtla alakalı hükümler cüz’î olmalarına rağmen niçin onlardan da birtakım ilkeler çıkarmamıştır? İbadetlerin Batı emperyalizmine zararı, siyasi içerikli ayetlere nispetle daha az olduğundan dolayı mı (şimdilik) onlara dokunmamıştır?

Asırların birikimiyle şekillenen “usul’ü fıkıh” ilmini geçersiz kabul eden ve kabul ediş neticesinde manayı ayetlerin lafızlarından çıkarma yerine- lafzı insani addedip, ayetlerden bir takım ilkeler çıkaran yazar kendisine daha serbest bir hareket alanı icat etmiştir. Bağlayıcı hiçbir esasın olmadığı “ilkeler sisteminin” serbest bölgesinde Batılı değerler daha kolay alınacak ve hiçbir sorun yaşanmadan meşrulaştırılacaklardır.

Kuran tespit edilen ilkelerle doğru anlaşılabilme kriterlerini yitirecek ve her hızlı modernist Ona istediği manayı kolayca söyletebilecektir. Böyle bir anlayışa teslim edilen Kur’an’ın muteber manası, Kelami İlahinin anlattığı mana değil, Kuran’ı anlamak isteyenlerin Kuran’dan anladıkları mana olacaktır. Böyle bir ortamda banka faizinin meşrulaştırılması, had cezalarının kaldırılması, baş örtüsünün tarihselleştirilmesi pekâlâ mümkündür.

Allah Rasülü (s.a.v.) asırlar önce buyurmuşlardı ki; ‘Öyle bir zaman gelecek ki herkes Kuran’dan anlamak istediğini çıkaracaktır.’[ref]Ebu Davut, Sünen.[/ref] Tarihselcilik, tarih boyu anlaşılmak istenen hevai manaların Kur’an’a en muhalif duran versiyonudur.

ÇİFT YÖNLÜ HAREKET

Fazlurrahman’ın önerdiği tefsir usulünün en temel unsuru olan iki yönlü hareket sisteminin ilk aşaması yani Kur’an’ı anlamak için nazil olduğu zamana gitme ameliyesi klasik tefsir usulünün de önemle üzerinde durduğu bir husustur. Nitekim müfessirler ayetlerin sebebi nüzuller bağlamında anlaşılmasına önem vermişler ve her hangi bir ayetin anlaşılması noktasında bir müşkülleri olduğunda onu nüzul dönemine giderek sebeb-i nüzulün ışığı altında çözmüşlerdir. Ayetlerin –bir kısmının- hususi sebeplere müncer olmaları onlardan genel hükümler çıkarmaya mani değildir, anlayışı çerçevesinde hareket etmişler ve söz konusu ayetleri bu bakış açısıyla bütün zaman ve mekâna müdahil kılmışlardır. Müfessirler Kur’an’ı açıklama görevi kendisine verilen Efendimiz’in hadisi şeriflerini de, vahyin inişine, Cebrail’in (a.s.) gelişine tanık olan ashab’ın mütalaalarını da dikkate almışlar Onlara rağmen tefsirde bulunmaktan istinkâf etmişlerdir. Ehli sünnet âlimleri ile Kur’an’ın nüzul devrine gitme hususunda fikir birliği içinde olan Fazlurrahman, Kur’an’ı bu güne taşıma noktasında bütünüyle onlara muhalif olan bir yola sapmaktadır ki o da hevai usullerle tesbit ettiği ilkeler zarfında ahkâm ayetlerini neshetme teşebbüsüdür. Yazar, nüzul döneminden modern çağa, Allah Teâlâ’nın vahyettiği Kur’an yerine tarihselci anlama usulünün beşeri formlara hasrettiği bir takım hevai ifadeleri taşımaktadır.

Muayyen çözümler içeren ayetlerden ‘genel sosyal ve ahlaki ilkeler’ çıkarılır, sonra da bunların meşru ve ilahi olduğuna dair başka bir delil getirilmezse, söz konusu çözümlerin ayetin hem lafzı hem de manası ile hiçbir irtibatı kalmaz. Lafız ve mana ciheti ile ayetlerle irtibatı kopan bu nevi ilkelerin de dini bir geçerliliği olmaz.

Israrla Kur’an’ı Kerim’in bir ahlak kitabı olduğuna vurgu yapan, ulemayı da bu ahlak kitabını, hukuki hükümlerin esası kabul etmelerinden dolayı tenkit eden yazarın gelecek vadeden bir İslam Hukukundan bahsetmesi her şeyden önce kendisiyle çelişki içinde olduğunu göstermektedir. Çelişkiden kurtulmasının yolu ise külli, cüzi ya da çift yönlü anlayış usulüyle uğraşarak yeni usullerin tespit edilmesine mesai harcama yerine, açıkça ahkâm ayetlerini kabul etmediğini ilan etmesidir. Fakat böyle bir yaklaşım bağlıları nezdindeki sıkı Müslüman imajını zedeleyeceğinden mütalaanın, ileriki adımları bu günün tarihselcilerine havale edilmiştir.

BÜTÜNCÜL-TARİHİ YAKLAŞIM

Fazlurrahman’ın, klasik tefsir usulüne alternatif olarak geliştirdiği tarihselci anlayış usulünün önemli unsurlarından biri olan “bütüncül-tarihi” yaklaşımının ‘bütüncül’ bölümü, klasik tefsir anlayışının öteden beri izlediği önemli bir tarzdır. Nitekim müfessirler, kaleme aldıkları tefsirlerin tamamında Kur’an’ın bütünlüğünü dikkate almışlardır. Öyle ki bütüncül okumalar tahsis, delâletü’n-nas, işaretü’n-nas, gibi Kur’ani bütünlüğü gerekli kılan anlayış usullerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Fakat Fazlurrahman’ın arayıp da ulemada bulamadığı bütüncül okuma Kur’an’ı tarihselleştirip yedinci asırda bırakmak sonrada külleri arasından bu güne emperyalizmin menfaatlerine dokunmayan birkaç ahlaki ilke taşımaktır.

Gerçekte bütüncül okumayı ihmal edenler Ehl-i Sünnet uleması değil modernistlerdir. Zira fakülteyi bitirdikten sonra akademik çalışmaya yönelen, çalışmasını da bir konu üzerinde yapan, bu yüzden İslami ilimleri etraflı bir şekilde okuma imkânı bulamayan bir akademisyenin beş altı yaşlarında İslami ilimleri tahsile başlayan yirmi yaşlarına geldiğinde ise bütün ilimlerden umumi icazet alan bir molla kadar İslami ilimlere vakıf olmadığı aşikârdır. Örneğin, hadiste profesör olan kaç tane akademisyen bir hocadan Buhari’yi okumuştur. Fakat Buhari’yi baştan sona bir hocadan okumadan Buhari üzerine oryantalistlerin neşrettikleri eserleri okuyan ve bu ameliyeden cesaretle Buhari hadislerini tenkit eden birçok profesör vardır. Bütüncül anlama için bir müfessirin Kur’an’ı, Kur’an ilimleri ile birlikte, bir muhaddisin de Buhari’yi birkaç şerhi ile birlikte okuması zorunlu değildir derseniz biz de bu adamlar kebabı etsiz de yapabiliyorlar demekten başka bir ifade bulamayız.

Ez her cihet Şer’î ilimlere kısmi vukufiyet modernistlerin Kuran’ı ve Kur’ani ilimleri bir bütün surette okumalarına engel olmuştur.

Yazarın teklif ettiği yaklaşımın ikinci ayağı olan “Tarihi”lik ise Batıya aittir. Pozitivist akla, insanüstü, tarih üstü İsa’yı anlatamayan Batılı adam, tarihselcilikle İsa’yı (a.s.) anlaşılır kılmayı hedeflemiştir. Bir anlamda tarihselcilik, doğruyu yanlıştan ayıklama ameliyesidir. Kilise, tarihselciliği kabul ederek tarihi bir şahsiyet olan İsa’yı (a.s.) aynıyla yarınlara taşıyamayacağını, çünkü şartların tarihin bir devresinde vuku bulup nihayete erdiğini itiraf etmiştir.

Ayrıca tarihselciliğin alenen icra edildiği yıllarda, kilisenin elinde beşeri özellikleri baskın olan bir İncil vardı. Tarihi bir varlık olan insanı idrak etmek nasıl tarihi bir bakış açısını gerekli kılıyorsa beşerileşen İncil de ancak beşeri yoldan hareketle anlaşılabilirdi. Fakat Kur’an’ı Kerim, vahyedildiği şekilde bu güne ulaşan ve kıyamete kadar gelecek insanların kitabı olan, ondan sonra kitap gelmeyeceği bildirilen ve bundan dolayı evrensel olması zorunlu addedilen bir kitaptır. Onun kabul edilmesi ise, Allah Teâlâ’nın yedinci asırdan sonra gelen insanları ihmal etmesi anlamına gelirdi. Bunun için hikmeti ilahi onun tarihi değil evrensel olmasını gerekli kılmaktadır. Fakat bunu anlayabilmek için her şeyden önce Onun Kelami İlahi olduğunu kabul etmek gerekir.

Kuran’ın tarihi bir ortamda inmesi, muhataplarının belli bir sosyo-kültürel konuma sahip olmaları evrenselliğini ihlal etmez. Çünkü O, konuşan, susan, gülen, rızık talep eden, sevinen, üzülen ve bu vasıflarını Hz Âdem’den (a.s.) bu tarafa sürekli fıtratında saklayan insana konuşmaktadır. İnsan fıtrat olarak nasıl hep aynı kalıyorsa o fıtrata konuşan Kur’an da değişmeden aynı kalmalıdır. Fakat Doğunun perişanlığını, Batıya galibiyet getiren akılla aşmaya çalışan Fazlurrahman, sürekli evrenselliğine vurgu yapan Kuran’ı Kerimin fıtrata konuşan duruşunu kavrayamamıştır. Çünkü onun referansı Batılı adamın anlayış usulüdür.

Tarihsel olduğuna dair tek bir kelimelik beyanı olmayan Kuran-ı Kerim’i modern zamanın pozitivist aklına uydurabilmek için tarihselleştirmek ve bu ameliyeyi “İslâmî” başlıklarla ifade etmek sadece muhatabı aldatabilmek için zarfı değiştirmek gibidir. Bu yüzden tarihselcilik Kuran’a dönmek yani Kuranileşmek değil Kur’an’ileşmek zarfı içinde icra edilen Garbileşmektir.

O, ezelden ebede okunan bir ilahi kelamdır. Beşere ait bir nesne değildir. Dolayısıyla tarihselcilik gibi metin yazarlarının niyetlerini anlamada kullanılan hermenötik yaklaşım da ona tatbik edilemez. Zira Ontolojik olarak farklı olanlar farklı usullerle mülahaza edilirler, edilmelidirler.

ULEMA

Fazlurrahman, Batı’dan iktibas edip, Kur’an’a uyarladığı tarihselciliğin meşruiyet kazanıp yaygınlaşmasının önünde, en büyük engel olarak fakihleri görür. Bu yüzden onları uygulanabilir bir hukuk sistemini tesis ve hukukla ahlak arasındaki ilişkiyi tesbit edememekle itham eder.[ref]Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 285-287.[/ref] Kelam âlimlerinin irfan ve iftiharla dolu ameliyelerini ise bin yıllık kutsal ahmaklık[ref]Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 282.[/ref] olarak niteler.

Fazlurrahman’ın uygulanabilir bir hukuk sistemi tesis edememekle itham ettiği fakihler dünya hukuk tarihinde ilk defa hukuk metodolojisini (fıkıh usulü) tesis eden ve bu noktada bütün dünya hukuk sistemlerine önderlik eden ilim ve fikir tarihinin dehalarıdırlar. Devlet-i Aliye’nin Şeyhu’l-İslam’larından Mustafa Sabri Efendi (r.h.a.) ise bu noktada şunları söylemektedir: Ulemanın tedvin ettiği ve hacimli ciltler içinde bize ulaşan fıkıh ilmi, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Peygamberliğine mucize olarak yeter.[ref]Mustafa Sabri, Mekıfu’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Alem min Rabbi’l-Alemin ve İbadihi’l-Murselin, Dar-u İhyai’t-Turas, Beyrut, 1992, IV, 315.[/ref] Bu ifadeler fıkhi hükümleri uygulamadan sorumlu en üst merci olan Meşihat’i İslamiyye’nin sahibine aittir. Şayet uygulamada problem olsaydı bundan ilk önce şikâyet edenlerden birisi de Mustafa Sabri Efendi (r.h.a.) olmalıydı.

Mecelle tecrübesiyle zahir olmuştur ki, Fıkıh tek bir mezhebinin muhtevasıyla, bütün bir insanlığı idare edecek bir hukuki birikime sahiptir. Bu gün İslam ülkelerinde fıkhi hükümlerin uygulanmayışı ise fakihlerin acziyeti ya da fıkhın yetersizliğinden değil bilakis Batı Medeniyetine pazarlıksız teslim olan siyasi idarelerin anlayışından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla fıkhın siyasi hayattan tecrit edilmesinin arka planında Fakihlerin acziyeti değil, Batılılaşma sevdası aranmalıdır. Bu yüzden Fazlurrahman tenkit oklarını yanlış hedeflere göndermektedir. Tıpkı acemi bir savaşçı ya da gönüllü bir işbirlikçisi gibi kendi mevzilerini vurmaktadır.

Büyük bir fakih olan Hocam bir tarih Fazlurrahman’ın konferans vermek için ders okuttuğu yere geldiğini, konferanstan önce sınıfını ziyaret ederek Hidaye’nin kölelik bahsini ihtiva eden dersini dinlediğini, dersin sonlarına doğru usul gereği dersle alakalı bir takım mütalalar serdettiğini ve Hanefi Fakihlerinin kölelik bahsini işleyişine hayran kaldığını, A.B.D.’ye dönünce bu hususla alakalı mütalaalarını tekrar gözden geçireceğini söylediğini anlatmıştı.

Mustafa Sabri Efendi’nin söylediklerini, Hocam’ın anlattıklarını ve fıkhi eserlerin bedihi mükemmelliğini yan yana koyduğunuzda Fazlurrahman’ın ifadelerinin oryantalist ezberlere dayanmanın ötesinde hiçbir mesnedinin olmadığı görülecektir.

Fazlurrahman’ın söylediğinin aksine fıkıhla ahlak iç içe değerlendirilmiştir. Nitekim fıkhi bir meselenin bir kazai bir de diyani yönü vardır. Diyani yönde ise iman ve ahlakın tahakkümü mevcuttur. Örneğin mahkemede hasmına karşı gerçeği ihtiva etmeyen deliller getiren iddiacı/müddei, hukuken haklı iken, aleyhinde delil getirilen/müddea aley, ise diyaneten haklıdır.

Az gelişmiş coğrafyanın kompleksli aydınına göre, gelenek hurafelerin mahşeridir. Dolayısı ile ulemanın tekrardan ne dediğine dönüp bakmak çok da önemli değildir. Bu yüzden hadiselere oryantalist ezberler doğrultusunda çözümler getirmek en isabetli! yoldur.

Müçtehit imamlarla/mezheb sahipleri ve onların usulerine göre fıkhi ameliyelerini inşa ve idame ettiren fakihlerle anlaşamayan Fazlurrahman Batıdan iktibas ettiği Aydınlanma artığı tarihselci yaklaşımla anlaşmakta hiç de zorlanmamıştır.

Oryantalizmin kurgulayıp Müslüman modernistlerin eline tutuşturduğu kızıl yüzlü tarihselcilik bu gün İslam coğrafyasında yeşil bir maskeyle dolaşmaktadır. Müslümanlarsa, maddi perişanlıklarını aşabilmek için ağzı laf yapan bu yeşil maskelileri hiç yüksünmeden dinlemekte ve gerçekten onları dert ortakları zannetmektedirler. Çünkü dinledikleri insanların tamamı Fazlurrahman gibi Müslüman babaların Müslüman çocuklarıdır. Ne var ki aldatılmışlar ve masum insanları aldatmaktadırlar.

HÜKÜM

Kur’an’ı Kerim kendinden doğmayan ve Onunla uyuşmayan bütün değer yargılarıyla hesaplaştı. İlahi olanı beşeri olanla, beşerin arzularını dikkate alarak uzlaştırmayı reddetti. Hayata müdahil oldu, hükmetti. Sorunsuz bir cemiyet vücuda getirdi. Çirkini kaldırıp güzeli, en güzeli, güzeller güzelini getirdi. Bu yüzden Onun yürürlükte olduğu çağlar insanlık tarihinin en güzel çağlarıydı. Ne kapitalizmde olduğu gibi zengin adına fakire haksızlık etti ne de Komünizmde olduğu gibi devlet adına zenginin malına el koydu. Fert ve cemiyet nizamını adalet üzerine tesis etti. -Çünkü O, her şeyi en doğrusu ile bilen ve buna göre vahyeden Allah Teâlâ’nın kelamıdır.

Emperyalizmin değer yargılarını reddediyor diye böyle bir kitabı tarihselleştirmeye kalkışmak Kuran’a değil emperyalizme hizmet etmektir. Kur’an’ın emperyalizmle olan mücadelesinde tarihselciliği tercih ederek emperyalizmden yana tavır alan Fazlurrahman, yanlış bir anlayış usulünden yana tavır aldığından Kur’an’ı anlama bahtiyarlığına erememiştir. Zira Kur’an, kendisini etkilemeye çalışan bir bakış açısı yerine kendisinden etkilen bir bakış açısıyla anlaşılabilir. O, kulların istediği manayı değil yalnız Allah Teâlâ’nın muradını verir.

https://ihsansenocak.com/2014/11/03/fazlurrahman/

İSLAM VE MODERNİZM – FAZLURRAHMAN – YASİN ESEN

http://dintahripcileri.com/islam-ve-modernizm-fazlurrahman-yasin-esen/

BU ZATA DİKKAT! – PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRGİL

http://dintahripcileri.com/bu-zata-dikkat-prof-dr-ahmet-simsirgil/

Reformist Fazlurrahman ve Türkiye'deki Destekçileri

Mehmet Şevki Eygi'den Fazlurrahman ile alakalı iki adet yazı..

ÖNÜMDE büyük boy, ciltli, iyi kağıda basılmış 360 sayfalık bir kitap var.

İsmi: "İslâm ve Modernizm. Fazlur Rahman Tecrübesi." 1997'de İstanbul'da 2000 adet bastırılmış.

Bastıran: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı.

Sunuş yazısını o zaman Belediye Başkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan yazmış. Şu cümlelerle başlıyor.

"Kardeş Pakistan'ın yetiştirdiği büyük bilim adamı ve düşünür Fazlur Rahman, İslâm dünyasında olduğu kadar Batı'da da önemsenen, düşünce ve tezleri üzerinde geniş tartışmalar açılan bir şahsiyettir. Düşünce hayatıyla yakından ilgilenenler merhum Fazlur Rahman'ın Türkiye'de ne büyük bir etkiye sahip olduğunu bilirler. Fazlur Rahman'ı hararetle savunan öğrencileri ve izleyicileri olduğu gibi, ona şiddetli muhalefet gösterenler de var."

İstanbul Belediyesi 22-23 Şubat 1997'de bir Fazlur Rahman toplantısı tertiplemiş. Buna yabancı uzmanlar da çağrılmış, her gün dört oturum yapılmış, yekun olarak sekiz oturumda otuz kadar tebliğ okunmuş.

Bu kitap, Tarihsellik ekolü veya fırkası denilen bid'at cereyanının kurucusu olan Pakistanlı Fazlur Rahman'ın Ehl-i Sünnete uymayan fikir, inanç ve görüşlerinin bir nevi tanıtım ve savunmasıdır.

O Fazlur Rahman ki, kendi ülkesinde binden fazla din alimi, fakih, müftü, müderris tarafından protesto edilmiş ve kovulmuştur. Kitabın başında Prof. Mehmet S. Aydın'ın bir takrizi (övgüsü) yeralıyor.

Benim bildiğim kadarıyla şu anda Ankara İlahiyat Fakültesi Fazlur Rahman'ın yoluna girmiştir.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan, hürmet ve itimat ettiği muhterem Emin Saraç hocaefendiye sormuş olsaydı, Fazlur Rahman'ın kim olduğunu, mahiyetini, içyüzünü öğrenmiş olurdu.

Ben bir Ehl-i SünnetMüslümanı olarak Fazlur Rahman'ı hiç tutmam ve sevmem. Çünkü onun tarihsellik tezi kabul edilirse ortada din diye bir şey kalmaz. O tarihsel, bırak, bu tarihsel boş ver; geriye Yahudilerin ve Haçlıların istediği ılımlı, light, evcil, sulandırılmış bir İslâm kalır. (Diyalog İslâm'ı...)

Türkiye'yi ve İslâm dünyasını kurtaracak yol, zihniyet, tez; yirminci asırda Ehl-i Sünnet İslâmlığının bayraktarlığını yapmış olan Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî gibi icazetli gerçek hocaların zihniyetidir.

Fazlur Rahman, kelamcıların incelemesi, tahlil etmesi ve yanlışlarını ortaya koyması gereken bozuk bir fırka kurmuştur. Bu fırkanın, Türkiye'de çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlara bozuk olduğunun bildirilmesi ve başta inançlı aydınlar olmak üzere halkın uyarılması gerekmektedir.

İstanbul BüyükşehirBelediyesi bu Fazlur Rahman toplantısı için kimbilir ne büyük masraflar etti. Dış ülkelerden gelenlerin uçak, beş yıldızlı otel masrafları, ziyafetler, hediyeler vs... Keşke bu paralarla bir Ehl-i Sünnet büyüğü tanıtılmış olsaydı. Ne kadar faydalı ve hayırlı olurdu.

(yazı daha uzun daha fazlası için buraya bakılabilir)

http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=440