21 Ekim 2019 Pazartesi
Şeyh Said neden kıyam etmiştir
Daha başka kaynaklarda olduğu gibi, M. Şerif Fırat’ın yazdığı “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” isimli kitapta da yer alan bilgilere göre, Şeyh Said, kendince bir içtihatta bulundu ve o içtihadın gereği olarak, Şark Vilâyetlerinde nüfûz ve kuvvet sahibi hemen bütün ileri gelenlere “dinî fetvâ”yı da ihtivâ eden bir “Kıyâma Dâvet” mektubunu gönderdi.
Aslı Arapça olan o mektubun Türkçe sûreti şöyledir: “Kurulduğu günden beri din-i mübin-i Ahmedî’nin (sav) temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşları, Kurân’ın ahkâmına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkâr ettikleri ve Halife-i İslâmı (Abdülmecid Efendi’yi) sürdükleri için, gayr-ı meşrû olan bu idarenin yıkılması, bütün ehl-i İslâm üzerinde farzdır. Rejimin başında olanların ve Cumhuriyete tâbi olanların mal ve canlarının Şeriat-ı Garrâ-ı Ahmediye’ye göre helâl olduğu hususu, birçok ulemâ ve meşâyihin istişaresiyle kararlaştırılmıştır.”
Bölgenin tanınmış ve İTTİHAD âlimlerinden Molla Sahap Korkutata, Şeyh Said Hazretleri ve 47 dava arkadaşının Şark İstiklal Mahkemeleri tarafından idam edilişinin 90. yılı münasebetiyle önemli açıklamada bulundu.
Konuyla ilgili İlke Haber Ajansı'na (İLKHA) açıklamalarda bulunan Korkutata, hak dava uğrunda şehit düşenlerin unutulmayacağına vurgu yaptı. Korkutata, “Şeyh Said Hazretlerinin bu yılki vefat yıldönümü Ramazan ayına denk geldi. Şeyh Said Efendi 29 Haziran 1925'te yani bundan tam doksan yıl önce idam edildi. Tabi biz idam edildi diyoruz ama idam demek yok olmak anlamına gelmektedir. Oysaki Şeyh Said hazretleri ve dava arkadaşları şehit oldular ki Kur'an buna delildir ki şehitler ölmez. ‘Onlar diridirler ve Allah katında rızıklandırılmaktadırlar.'” dedi.
“Devamlı surette onların davalarıyla aydınlanıyoruz”
İslam âleminin kendi büyülerini hiçbir zaman unutmadıklarını dile getiren Korkutata, “İslam âlemi hiçbir zaman kendi büyük insanlarını unutmuyor. Batıl davalara baktığımızda o davanın insanları kendi büyüklerini unutuyorlar, belki yılda bir saygı duruşuyla anıyorlar. Fakat İslam dinine baktığımız zaman kendi büyüklerini hiçbir zaman unutmuyor. Onların davaları bizim için bir ışık, bir güneştir. Biz devamlı suretle onların davalarıyla aydınlanıyoruz. Örnek verecek olursak; bir Hz. Hamza 1400 küsur sene evvel şehid olmuş ama baktığınız zaman o halende diridir, insanlar içerisinde canlıdır ve insanlar Hamza okulunda okumuş, bu okulda şehadet yolunu öğrenmiş, Hamza'nın kendi omzuna aldığı davayı omuzlayarak yoluna devam etmektedir.” diye konuştu.
“Asıl kazanç İslam'ın kazancıdır”
Şeyh Said kıyamının gayesine de değinen Korkutata, şunları söyledi: “Şeyh Said Efendi, ehl-i selahat yani çok değerli, büyük bir âlimdi. Ben ilmi olarak normal biliyordum ama o idam edildiği vakit Hubab'ın söylediği şiiri söylüyordu. Yani Şeyh Said Efendi idam edildiği vakit Peygamberimiz zamanında müşrikler tarafından Mina'da idam edilen sahabeyi unutmuyor. Onun bu ilim, irfan, sadakat ve takvadan haberi vardır. Dolaysıyla Şeyh SaidEfendi idam sehpasında diyor ki; ‘Allah ve din için olduktan sonra bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur' zira Şeyh Said Efendi çok iyi biliyordu ki kazanç İslam'ın kazancıdır. Yani İslam için kazanç olur, menfi bir dava için kazanç olmaz. Şayet Şeyh Said Efendi menfi bir dava için mücadele vermiş olsaydı bugün unutulur giderdi.”
“Onun kıyamı Kürtçü bir kıyam değildi”
Şeyh Said kıyamının iddia edilenin aksine Kürtçü bir kıyam değil İslami bir kıyam olduğunu belirten Korkutata, “Bugün bazıları Şeyh Said Efendinin Kürtçülük için kıyam ettiğini söylüyor. Ben bu kişilere tarihi sağlam kayaklardan iyi bir şekilde okumalarını tavsiye ediyorum. Şeyh SaidEfendinin asıl davası şeriatı ğarra idi.” ifadelerini kullandı.
“Hayatı, kıyamın niyetine delildir”
Şeyh Said Efendinin hayatının kıyamın asıl gayesinin İslam olduğunu söyleyen Korkutata, “O zaman Osmanlı yeni devrilmiş ve Türkçülük, Kürtçülük diye bir şey yoktu. Kıyamdan öncesine baktığımız zaman Şeyh Said Efendi nerde oturmuşsa İslam dininin ziyana uğrayacağını anlatmıştır. Yani Osmanlının devrilişinden sonra İslam dinine gelecek zararlardan endişe etmiş ve endişesini de gittiği her yerde ve ortamda anlatmıştır. Kısacası Şeyh Said Efendi sahip olduğu her şeyi İslam davası için feda etti. Başta da belirttiğim gibi İslam şehidini unutmaz hem bu dünyada hem de ahrette. Biz de buradan Şeyh Said Efendiye selamlar gönderiyoruz. Selam olsun sana ey Said'imiz. Haberin olsun ki davanı bizler omuzladık ve sen nasıl bu dava için canını verdiysen biz de aynı şekil vermeye hazırız.” dedi.
Kaynak: Doğru Haber
Şeyh Said kimdir? 1865 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya gelen Şeyh Said, Şeyh Mahmud'un en büyük oğludur. Temel eğitimini amcası Şeyh Hasan’ın medresesinde tamamladıktan sonra Palu, Muş, Malazgirt ve Hınıs'ta çeşitli medreselerde fıkıh, hadis, tefsir, beyan vb. İslami ilimleri tahsil etmiştir. Tevhidi bir şuurla İslamî hayatı dava edinen Şeyh Said, halkın irşadı için tebliğ faaliyetlerini aralıksız sürdürmüştür. Bir taraftan halkın irşadıyla meşgul olurken, diğer taraftan ticaretle iştigal edip elde ettiği gelirin büyük bir kısmını medresesindeki talebeleri ve halkın ihtiyacı için sarf etmiştir. Şeyh Said, Tevhidi duruşu ve İslam'a aziz sadakati ile yaşamış olan Şeyh Said, hilafetin ilgası ve Laik Cumhuriyetin kuruluşunu benimsememiş ve Müslümanlar üzerinde de tahakküm edemez gerçeğini tüm halka tebliğ etmiştir.
Şeyh Said, bu yolun sonunda dar ağacı olduğunu bile bile Allah Resulü (a.s) çizgisinde, arkadaşları ile kıyam etmiştir. Şeyh Said, hayatı boyunca hiç bir zaman zulme rıza göstermemiş, hep haksızlık karşısında dik durmuş bir dava eridir, Şeyh Said kıyam öncesi Müslüman halk içerisinde sokulmaya çalışılan fitne ve fesat için Müslüman halkı uyarmakla her zaman meşgul olmuştur. Şeyh Said, ümmetin bilinçlenmesi bakımında her zaman irşat görevini yürütmüş ve bunu kendisine görev kılmış bir şahsiyettir. Etrafında toplanan Müslüman halk Şeyh Said'in davetine icabet etmiş her zaman meclisi Müslümanlarla dolmuştur.
Şeyh Said neden kıyam etmiştir?
Şeyh Said kıyamını topluma bir Kürt isyanı ve İngiliz ajanı iftirası ile anlatan Kemalist zihniyet, aslında bir gerçeği gizlemek ve karalamak için yapmaktadır. Şeyh Said'in yaşamış olduğu hayat incelendiğinde, böyle bir iddianın asılsız ve iftira olduğu açık ve net olarak görülür. Kemalist zihniyetin Şeyh Said kıyamının bu şekilde iftira ve karalama nedeni, kıyamın sorgu ve sualini Müslüman halkın yapmaması içidir. Oysa ki Şeyh Said ve arkadaşlarının hayatında ne İngiliz ajanı olması ile ilgili zerre kadar bir ispat vardır ve nede zerre kadar da bir ırkçılık belirtisi vardır. Aslında bu iddiayı zaten o dönemin savcısı da yalanlıyor, nitekim savcının iddiası ise şu minval üzerine beyan edilir. Mahkemenin, Savcılığın iddiası ile “sanıkların” son söz ve müdafaalarını dinledikten sonra, ittihaz eylediği 28 Haziran 1341 [1925] tarih ve 341/69 numaralı karar, aynı gün, Mahkeme Başkanı tarafından, açık celsede “sanıklara” tebliğ edildi.
Mahkeme kararında şöyle deniliyordu: “Din ve şeriatı alet ittihaz ederek, hakikatte `müstakil bir Islam hükümeti´ kurmak maksat ve gayesiyle Şeyh Said’in vukua getirdiği müsellah [silahlı] isyan ve ihtilal hareketlerine muhtelif şekil ve suretlerde karışıp katılarak isyanın devam ettiği haftalar ve aylar boyunca, birçok şehir, kasaba ve köyleri –devlet ve hükümet zabıta ve askeri kuvvetleriyle, kanlı ve harp halinde, çarpışmak suretiyle- zapt ve işgal eden ve ihtilal bölgesindeki en mühim vilayet merkezlerinden Diyarbakır şehrini dahi muhasaraya alan ve orada dahi inat ve ısrarla harp ve kıtalden çekinmeyen ve nihayet uğradıkları acz ve mahrumiyetten sonra tutuldukları günlere kadar birçok asker, zabit ve vatandaşları cerh, şehit, esir eden, sirkatler, gaspler, yağmalar yapan ve yaptıran şahıslardan oldukları iddiasıyla muhakemeleri icra edilmiş olan seksenbir sanıktan;
1. Şeyh Said, 2. Melekanlı Şeyh Abdullah, 3. Kamil Beg, 4. Baba Beg, 5. Şeyh Şerif, 6. Fakih Hasan Fehmi, 7. Hacı Sadık, 8. Şeyh Ibrahim, 9. Şeyh Ali, 10. Şeyh Celal, 11. Şeyh Hasan, 12. Mehmet Beg, 13. Mustafa Beg, 14. Salih Beg, 15. Şeyh Abdullah, 16. Şeyh Ömer, 17. Şeyh Adem, 18. Kadri Beg, 19. Molla Mahmud, 20. Şeyh Şemseddin, 21. Şeyh Ismail, 22. Şeyh Abdüllatif, 23. Molla Emin, 24. Ali Arab Abdi Beg, 25. Mehmet Beg, 26. Süleyman Beg, 27. Molla Cemil, 28. Süleyman Beg, 29. Süleyman Beg, 30. Tahir Beg, 31. Mahmut Beg, 32. Şeyh Ali, 33. Hacı Halid, 34. Timur Ağa, 35. Abdüllatif Beg, 36. Mehmet Beg, 37. Süleyman Beg, 38. Bahri Beg, 39. Şeyh Cemil, 40. Yusuf Beg, 41. Ali Badan Beg, 42. Halid Beg, 43. Halid Beg, 44. Tahir Beg, 45. Tayip Ali Beg, 46. Çerkes, 47. Jandarma Hamid, 48. Hüseyin Hilmi Bey, 49. Hasan (Hani’li Salih Beg’in oğlu, 11 yaşında), isyanın asli faillerinden olarak “idam cezasına” mahkum edildiler.
Kemalistlerin iddiası:
Çeşitli kaynaklardan destek gören gerici hareketler, yurt içinde ve dışında gizlice çalışmalara başlamışlardı. Devrimlerin uygulamaya konulmasından sonra, yurt içindeki gerici çevrelerde duyulan hoşnutsuzluk ve bu çevrelerin dışarıdaki kuruluşlarla işbirliğinde bulunarak oluşturulan yeni düzene karşı gizli hareketler örgütlemeleridir, 1920’li yılların ikinci yarısında, Türkiye’nin bazı bölgelerinde çıkacağı hissedilen karışıklıkların ön habercileri niteliğini taşıyordu. Özellikle Doğu Anadolu’da uzun yıllardan beri süregelen gizli bölücülük hareketlerinin, bu gerici çevrelerle işbirliği yapıp dışarıdan sağlanan desteklerle eyleme dönüşmesi ve bölgede ayrı bir devletin kuruluşuna ilişkin planların uygulanmaya geçilmesi için gerekli ortam hazırlanıyor ve yurt içindeki örgütlenme tamamlanarak, dış ilişkiler kurulması dönemi başlıyordu.
Şeyh Said kıyamının “dinî” bir kıyam olduğunu 8 yazarın konu hakkındaki yazdıkları ile açıklayacağız.
1 – Necip Fazıl Kısakürek (Yazar): “Şeyh Said’in Ingilizlerin adamı ve müstakil Kürtlük ideali peşinde olduğu şeni [çirkin] bir yalandır. Öyle olsaydı ilk başarılarının ardından cenup [güney] istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak Kürtleri ve Ingilizlerle irtibat kurar ve davasına, gerilerini ve yardım kaynaklarını sağlamış olarak bellibaşlı bir çevre içinde girişirdi. (…) Bütün bu hadiselerin seyri de gösterir ki, Şeyh Said dış ve yabancı desteklerle alakalı olmaksızın sırf kendi başına ve sadece inancı uğrunda hareket etmektedir.”
2 – Feridun Kandemir (Yazar): “Şeyh Said’in peşine taktığı adamlarla ayaklanması suretiyle başlayan bu isyan, asla bir `Kürt isyanı´ değil, memlekette, bilhassa o devirlerde sık sık görülen mevzii ayaklanmalardan biri idi.”
3 – Mahmut Goloğlu (Yazar): “Islam dininin en bağnaz ve tutucu olanlarını içinde toplamış olan Nakşibendi tarikatının en çok etkili olduğu Doğu bölgesinde; hükümetin dinsizliği, milletin dinsizliğe götürüldüğü, dinin kaldırılmak istenildiği, dinin yitirilmekte olduğu, bunu önlemek gerektiği gibi söylenti ve propagandalarla devrim tepkilerinin belki de en büyüğü denebilecek olan ayaklanma başladı.”
4 – Metin Toker (Gazeteci-Yazar): “Şeyh Said, bir Kürt lideri gibi davranmaktan ziyade bir `karşı ihtilal´in ilk darbecisi gibi hareket ediyordu ve açtığı bayrak, hilafet bayrağıydı, şeriat bayrağıydı.”
5 – Uğur Mumcu (Gazeteci-Yazar): “Şeyh Said ve yargılanan diğer şeyhler, amaçlarının `Kürtlük´ olmadığını, `din uğruna kıyam ettiklerini´ söylemişlerdi. Gerçekten de ayaklanmanın kökeninde dinsel duygular yer almaktaydı. Türk-Kürt çelişkisi söz konusu bile değildi. Çelişki, laik devlet ile Nakşibendi tarikatı arasındaydı.”
6 – Ismail Beşikçi (Yazar): “Doğudaki aşiret reisleri, çok çeşitli görevleri bir arada yürütüyorlardı. Bazı aşiret reisleri sadece aşiret reisi olarak kaldıkları halde, bazıları aşiret reisliği ile birlikte dinî reisliği, yani şeyhliği de beraber yürütüyorlardı. Bazıları ise, hem aşiret reisi, hem dinî reis, hem de milli liderlik fonksiyonlarını benimsemişlerdi.. Şeyh Sait, böyle bir liderdir. Şeyh Sait, Palu ve Hınıs’taki çesitli medreselerin kurucusu, yani Palevi Tarikatı’nın da başı olduğu gibi, çevredeki aşiretlerin de reisidir. Bu üç fonksiyonun onda birleşmesi kendisini çok güçlü kılmış ve merkezle meydana gelen en büyük çatışmanın liderliğini yapmıştır. Fakat şurası muhakkak ki, Şeyh Sait hareketinin ulusal bir niteliği yoktur.. Şeyh Sait isyanı merkezin yetkilerine karşı yapılan ilk büyük çıkış olmuştur. Bu isyanda tamamen dinî sloganlar kullanılmış ve hareket tamamen irticai mahiyette bir hareket olmuştur. Bu hareketin geniş kapsamlı oluşunun en önemli sebebi, isyanın lideri olan Şeyh Sait’in yukarda söz konusu ettiğimiz fonksiyonlara (aşiret liderliği ve tarikat liderliği) sahip olmasıdır
7 – Ilhan Selçuk (Gazeteci-Yazar): “Şeyh Said ayaklanmasında, cumhuriyetçiler ile şeriatçılar çarpıştılar. Çatışmadaki `etnik´ renk, olayın toplumbilim açısından özünü saptıramaz. Bilimsel yaklaşım, etnik ayrımın da altını çizmekle birlikte, tarihsel dönüşümün cumhuriyetçi-şeriatçı çelişkisini öne çıkarmak zorundadır.”
8 – Yavuz Bahadıroğlu (Yazar): “Şeyh Said, Islam Dini adına ayaklandığını söylüyor ve herkesi `şeriatı savunma´ya davet ediyordu. Bu anlamda yayınladığı bildirilerde, `Şeriat için savaşanların lideri´ anlamına gelen bir mühür kullanıyordu. Yani bu ayaklanma resmi ağızların yansıttığı gibi, bir `Kürt ayaklanması´ değildi.”
Şeyh Said'in Hanımıyla konuşması
Şeyh Said kıyam kararı aldıktan sonra evine döner ve 2 Ocak 1925'te hânımına durumu izâh ederek evden ayrılacağını ve devlete karşı ayaklanacağını söyleyince hânımı karşı çıkar: "Bey bey! Bizi bırakıp da nereye gidiyorsun? Sen gidersen bizim nâmusumuzu kim koruyacak? Bizim nâmusumuzu hiç düşünmez misin?" Ama Şeyh Sâîd'in cevâbı nettir: "Hânım hânım! İslâm'ın nâmusu ayaklar altındadır." Hânımı, engel olamayacağını anlamıştır. Şeyh Sâîd, şu sözleri söyleyerek hânımından ve evinden ayrılır: "Hânım! Yarın ben qıyâmet gününde Allâh'ın ve Peygamberi'nin huzuruna suçlu olarak çıkmak istemiyorum. O zaman Allâh bana 'Ey Sâîd! İslâm dîninin hükümleri ayaklar altına alındığında sen niçin sessiz kaldın, gücün ve imkânın olduğu hâlde niye başkaldırmadın?' diye sorduğunda ben ne cevap vereceğim? Cehennem zebanîleri beni sarığımdan tutup cehenneme çektiklerinde ben ne edeceğim? Hayır! Andolsun Allâh'a ki, yalnız ben ve elimdeki âsâ bile kalsa bâtılın karşısına çıkıp qıyâm edeceğim. Şehîd olana kadar da mücâdelemden de asla dönmeyeceğim. Hem, ne ben Hz. Hûseyn'den daha makbulum ve ne de siz O'nun âîlesinden, Ehl-i Beyt'inden daha makbulsünüz. Ben üzerime düşeni yapmak zorundayım. Allâh'a emânet olun!" Şeyh Sâîd evinden ayrılır.
Şeyh Said'in Şehadeti
“Devletin erkânı” ve seçkin konuklan rütbelerine, makamlarının konumlarına uygun düşecek biçimde oturmuşlardı. Diyarbakır’ı birkaç ay önce Şeyh’e karşı savunmuş olan komutan Mürsel Paşa, mahkeme heyeti, töreni görmek için Ankara’dan kalkıp gelen Diyarbakır milletvekilleri Cavit Ekin ve Şeref Bey, askeri, sivil şefler ve eşleri, çocukları önlü arkalı, yan yana tiyatro sahnesinin açılmasını, ya da futbol maçının başlamasını bekleyen seyirci sabırsızlığıyla oturuyorlardı. Mürsel Paşa, seçilmiş milletvekilleri ve mahkeme heyeti bir kümeydi. Törenin başlamasını beklerken, aralarında görüşülüp konuşarak “memleket ahvalini” değerlendiriyor, gülüşmeleri bazen kahkahaya dönüşüyor ve sesleri meydanda yankılanıyordu. Meydanın düzenlenmesi ve dekoru, bir ölüm ayininden çok, bir şenliği, kutlama törenini andırıyordu. “Kutlama şenliğinden” tek eksiği, alanın taklarla, çiçeklerle bezenmemesi, bando-mızıka takımının eksikliğiydi. Bunun dışında her şey yerli yerindeydi. Tören, bir gün önce şehre ilan edilmiş, isteyenlerin seyre gelebileceği duyurulmuştu. İdamı görmek isteyen meraklı kalabalığı saatler öncesinden, “tören alanı” Dağkapı’ya akın etmeye başlamıştı. Seçkinlerin deyimiyle bu “kuru kalabalık” olduğu için, süngülü askerler tarafından protokol tribünden uzakta tutulmuştu. Bu arada kalabalık, suçluların asılması sırasında, “TC’ni birlik ve bütünlük ruhunu zedeleyecek” herhangi bir davranışta bulunmaması, merhamet belirtisi içeren herhangi bir ses ya da söz etmemeleri konusunda uyarılmıştı. “İdamların güven, huzur içinde gerçekleştirilmesi” için bütün alan askerlerce kuşatılmıştı. Kuşatma konusunda, şehir dışına açılan yollar, şehir içindeki sokak başları, cadde ve meydanlarda da unutulmamış, buralara tam teçhizatlı askerler yerleştirilmişti. Birbirine kol mesafesinde sıralanan askerler, bakışlarıyla etrafı tarıyor, güven duymadıklarına “yasak” diyerek geri çeviriyor, arka sokaklara sürüyor, idam mahkûmlarının bulunduğu semte yaklaştırmıyorlardı. Behçet Cemal, Şeyh Said”in son anları için “hücresinde hapishane müdürü Osman’la görüşüyordu. Fakat ahiret işleriyle değil, dünya işleriyle meşguldü” diye yazıyordu. Behçet Cemal’in “dünya işleri” dediği, Şeyh’in geride bırakacağı eşya ve parasının çocuklarına iletilmesine ilişkin insani vasiyetiydi. Şeyh’in son anlarına Fransız, İngiliz ve Amerikalılar dâhil, dünyanın çeşitli köşelerinden gelmiş gazeteciler de tanıklık ediyordu. Daha sonra Fransız ve İngiliz başınında yer alan yorumlarda, Şeyh’in son dakikalarında, insan iradesini aşan bir metanet içinde olduğu belirtiliyordu.
Kaynak : ISLAH HABER
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder